Kendimizi ancak aynalarda görebiliriz. Bize yabancı olan bir kültürle ilişkiye girdiğimizde takındığımız tutum gerçek kimliğimizi ortaya çıkartır. Sözgelimi, tam bir yurdum insanı olarak Anadolu’nun bir köyünde büyüdükten sonra bir vesile ile Amerika’da yaşamamız gerekebilir ya da Kanada’da büyümüş ve Urfa’da evlenmiş olabiliriz.
İşte o vakit başlar insan, ötekinin aynasında kendi filmini seyretmeye…
Âşina olduğundan farklı bir çevrede bulunmak, kişiye kendisinin ne olduğunu daha iyi keşfettirir. Sen kimsin, nereye aitsin, kimlerdensin?
Aynı soruyu Türkiye’nin çoğu köyünde dışarıdan gelen yabancılara sorarlar. Anlarlar çünkü, kesme şekeri çaya hunharca atıp şıkır şıkır karıştırdığında gerçek bir Erzurumlu olmadığını…
Yurtdışına eğitim için gittiğimiz ilk aylar… Günübirlik Prag’a geziye gitmişiz. Muhtemelen daha önce bu kadar çok başörtülüyü yan yana görmemiş olan bir bey yanımıza geldi ve sordu: “Nereden geldiniz?”
Biz de rahat bir tutumla cevap verdik: “Viyana’dan geliyoruz.”
“Hayır” dedi adam. “Babanız nereli, onu soruyorum!”
O sıralar Irak savaşı vardı ve aklına ilk gelen ülkeyi de seçeneklere ekledi.
“Irak’tan mı geldiniz?”
Öyle ya, biz bu örtüyü takarken ona göre Viyanalı olarak görünmüyorduk. Acaba sadece korku muydu, yoksa bize ısrarla kökenlerimizi soran bu adamın İslam’a dair duyduğu tek haber üzerinden vardığı acele bir kanaat miydi, bilemedik. Çok da dert değildi. Prag’ı gezdik. O tam ortasından azgın Vltava nehrinin geçişi ile ikiye bölünmüş, rutubetli ve kule siluetli bohem şehrin ta içinden geçtik.
Yine ilk zamanlar ve dil kursundayım. Kursun hocası hareketlerinde sükunet olmayan, huzursuz bir adamdı. Sınıftaki herkese bazı sorular yöneltiliyordu ve nasılsa nasibime düşen soru kıyafetim ile ilgiliydi: “Neden böyle başını filan örtüyorsun?”
O esnada sınıftaki Türkmenistanlı genç hariç çoğu kimsenin beni anlamayacağını ve bu sorunun tuzak sorulardan olduğunu hissetmiştim.
Cevaben dedim ki: “Çünkü böyle giyinmek istiyorum.”
Tam olarak böyleydi! Kesinlikle böyle giyinmek istiyorum. Kim ne diyebilir? Zira bu memlekette madem herkes istediği gibi ortalıkta gezebiliyor, zaman zaman başkalarının göz zevkini bozacak şekilde giyinmekten bile vazgeçmiyor ve onları kimse sorgulamıyorken; hangi hakla herkesin içinde, sizin gibi görünmeyen birini savunma hattına geçirerek kıyafetini normal kabul etmediğiniz için bu anormal bulduğunuz giyinişin sebebini soruyorsunuz? Bu soru gerçekten provokatifti ve hakkıyla cevap vermeye de lüzum yoktu.
Başka bir gün arkadaşlar ile metro durağındayız. Tahminen altmışlı yaşlarda bir kadın yavaşça yanımıza geldi ve izin isteyerek gayet nazikçe, “Size bir soru sorabilir miyim?” dedi.
“Neden başınızı örtüyorsunuz? Aileniz mi zorluyor? Bakın burada özgürsünüz, istediğiniz gibi giyinebilirsiniz.”
Elbette şaşırdık. Çünkü o zamanlar aynı soru Türkiye’de de başka şekillerde sorulurdu.
Kadının meseleyi gerçekten öğrenmek niyetiyle yanımıza geldiği belliydi. Zira bin bir özür dileyerek ve kibarca yaklaşarak kendince bize merhamet etmişti. Hatta, görmüş geçirmiş öğretmen emeklisi teyzeler gibi bir hâl vardı üzerinde. Ama galiba bizi İran’dan gelen öğrencilerle kıyaslıyordu. İran’daki başörtüsü zorunluluğu yüzünden mecburen başını örten gençler Avrupa’ya gelince başlarını açıyorlardı. Fakat bu güncel bilgi kadının zihninde yanlış bir yer oluşturmuş, her gördüğü başıörtülü gence aynı gözle bakmasına sebep olmuştu. Bu teyzeye her ne kadar özgür irademiz ile örtündüğümüzü anlatsak da buna inanması çok zordu. Güzelce bizi dinledi, yine kibarca teşekkür ederek yanımızdan ayrıldı.
Başka bir vakit, diş doktorundayım. Dişçinin yanında asistan birdoktor daha var. Dişimi yapan doktor bir süre için içeriye girdiğinde asistan sordu: “Örtün ne kadar uzun? Peki uyurken filan da takıyor musun?” Doktor soruyu sorarken gösterdiği tavırlar ile gerçekten bu ritüelin nasıl yaşandığı hakkında hiçbir şey bilmediğini ve merak ettiğini aşikâr ediyordu. Tabi ki acayip mitleri içinde saklayan bir tanrıça heykeli gibi hissetmedim. Sadece aradığı cevabı söyledim. “Hayır, uyurken örtümü takmak zorunda değilim ve örtümün büyüklüğü de şu kadar.”
Bir defasında ise, müstakbel öğrenci velisi olarak bir ilkokulu geziyordum ve okulun açık kapı gününde yapılan dersi en arka sırada izlemek üzere sırada oturuyordum. Bizim gibi derste olan başka aileler de vardı. Ders esnasında hemen oturduğum sıranın önündeki oğlan çocuğu arkasını hızlıca döndü. Sadece çocuklara ve saf insanlara has masumiyetle hiç çekinmeden sordu: “Adın ne?”
“Şeyma” dedim. Sonra devam etti; “Hey, Şeyma! Neden böyle giyiniyorsun?”
İşte bu soruya en güzel cevabı hak eden insan buydu. Yürekten, saf ve samimi bakan o gözlere gönül huzuru ile cevap verdim. “Çünkü inandığım Allah benden bunu istiyor.”
Bu cevabın üzerine hiçbir şey sormadı. “Tamam” dedi ve arkasını döndü.
İnsan yolda herkes gibi giyinmeyen birini gördüğünde az çok hangi kültüre ait olduğunu bilebilir. Fakat bunun bir adım ötesine geçerek o şahsa soru yöneltmenin mutlaka bir sebebi vardır. Sıcak günlerde ve o kadar yabancı bakışa rağmen örtünerek hayata devam etmek, batılının aklına-mantığına tabi ki sığmaz. Bazen toplu taşımada yakınımıza oturan insanlar yaz günlerinde giydikleri üstü-başı elleri ile çekiştirip, havalandırmak suretiyle havanın ne kadar da sıcak olduğunu, bu sıcakta böyle örtünmenin saçmalığını bize beden dili ile anlatmaya çalışırlardı. Bilmezlerdi, güneşin altında bronzlaşırken hissedilen sıcaklık ile örtündüğünde hissettiğin sıcaklık farklıydı. Bilmezlerdi, tesettür üzerinden Güneş’in sahibi ile aranda bir bağ kurulduğu için sıradan bir eşya aniden mahiyet değiştiriyor; sıcaklık da dayanılabilir bir hale geliyordu.
Aslında salt akıl merkezli batı medeniyetinin gözü kapalı bir üyesinden, “akıl eden kalp” merkezli İslam düşüncesini ve Yaradan’ın yarattığı üzerindeki tasarrufun yaratılan için en iyi hâl olduğunu idrak etmesini beklemek, bizim örtünmemizden daha zordu. Velev ki, inayet gelsin de bu kimsenin aklı kalbine tâbi olsun.
Belki her gün aynaya bakarken örtümüzün önü düzgün müdür, tam olarak kapatıyor mudur, nereden nasıl bağlarız, bunlara bakarız. Yabancı görünen gözler bize ayna tuttuğunda gerçekten başımızda nasıl bir örtü var, başımız gözümüz ile mi onu taşıyoruz yoksa bir şekilde örtüyü başımıza iliştiriyor muyuz? İşte o zaman gerçek halimizi görebiliyoruz. Sadece örtü değil, üzerimize giydiğimiz bütün bir Müslüman kimliği yabancı gözlerde aşikâr oluyor. Bizi gerçekten tanımak isteyenler ile bizi görmek istemeyenler niyetlerine göre bize ayna tutuyorlar. Kimisi tümsek ayna olup gerçekten büyük gösteriyor. Kimisi çukur ayna gibi küçük; kimi de düz ama sırrı eksik ayna gibi bulanık gösteriyor. En güzeli ise düz ve sırlı aynadır; olduğu gibi gerçek haliyle bizi bize gösterir.
Yabancı bir kültürün içindeyken insan böyle tekrar tekrar kendi kimliğini tanır. Yabancı, sana soru sorarken senin yabancılığına akıl erdirmeye çalışır. Hakikatte ise Rabbin başkası üzerinden kendine tekrar dönüp bakmanı sağlar. Sorular bahanedir, sen o aynalarda örtünü kendine bağlarsın. Bağ kurmayı öğretir bize aynalar…Kendi öz kültürünü, seçimlerini, yaşantını birileri sorgulandığında ne kadar kendi özünü sahiplendiğine göre bağların sağlamlaşır veya zayıflar. Başkasının aynasında kem-küm ederek kendimizi kabullenmemek, bizi daha güzel veya daha iyi göstermez. Bilakis, kendinden utanmak kimliğini polis görünümlü hırsıza teslim etmek gibidir.
Şeyma Çiçek
Tablo: Vicente Lopez y Portaña “Doña”
Örtünmenin kendi içimizde manasını korumak giderek zorlaşıyor, İyi bir hatırlatma oldu benim için 🙂
Duygularınızi kaleme dökerken,bize de tercüman olmuşsunuz,özellikle Başkaları üzerindenden Rabbimiz kendimize dönüp bakmamızı ister ,sözünüz beni çok etkiledi❤️ Allah razı olsun