Bebeğim başkasının kucağındayken beni görünce çoğu zaman ağlamaya başlıyor. Başlarda buna anlam veremezdim ve “Neden beni görünce hemen ağlıyor?” diye biraz alınırdım. Sonra başka aile üyelerimin “Bak bak seni görünce nasıl da naz yapıyor!” yorumlarından sonra bebeğimin bana ‘naz yaptığına’ kani oldum.
İnsan sadece nazının geçeceğini bildiği insana naz yapar. Seven sevdiğine naz yapar. Seven yalnızca sevdiğinin nazını çeker. Oğlum daha birkaç aylık dünya hayatında benim onun nazını çekeceğimi çoktan anlamıştı. Naz yapmak aslında bir anlamda talep etmek hakkını kendinde bulmayı da ifade ediyordu. Kısacık dünya deneyiminde onun taleplerini en çok karşılayan ve ona en çok emek veren kişi bendim. Bununla beraber de naz yapmak için seçilmiş kişi de yine bendim. Bu durum ilk başta bana biraz çelişkili geliyordu. Birisinin en çok naz yapacağı kimse olmak bana biraz ağır hissettiriyordu. Yeni bir annenin lohusalık döneminde en yoğun hissettiği duygulardan birisi de bu ağırlık bence. Çünkü bu çok yeni bir şey. Bu ağırlık hissi daha önce sahip olduğum ilişkilerde hissettiğim sorumluluk hissinden çok daha fazlasıydı. Çünkü bebeğimle aramdaki ilişkiyi diğerlerinden farklı kılan temel dinamik bu ilişkide benim hep ‘verici’ olmamdı. Ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişki diğer pek çok ilişkide olduğu gibi karşılıklı bir alışveriş şeklinde gerçekleşmiyordu. Ebeveyn hep veren, çocuk ise hep alan kişiydi. Çocuk yaşlandığında ebeveynlerine bakım verse bile bu gerçek değişmiyordu. Yeni bir insan yetiştirmek, bakım vermekten çok daha fazla emek ve sorumluluk gerektiriyordu. Ayrıca ebeveynin çocuğuna beslediği merhamet duygusu, çocuğun ebeveynine beslediği merhametten çok daha fazlasıydı. Daha fazla merhamet daha fazla sabır, zihinsel ve duygusal emek ve kaygı demekti. Bu yüzden doğumundan itibaren yeni bir insan yetiştirmenin hayatta başka bir alanda muadili yoktu. O zaman neydi ebeveyni sürekli ‘vermek’ konusunda motive eden düşünce, duygu, anlayış? Ebeveynin alışverişi çocukla değilse kimleydi? “Yaşlanınca bakar” bir ömür ‘vermek’ için yeter miydi?
Mutlaka yaşlanınca bakacağı motivasyonuyla ebeveynlik yapanlar da vardır ancak benim bulduğum cevap ise daha başka. Ebeveynin çocuğa verdiği maddi ve manevi emeğin dünyada herhangi bir karşılığını bulmak çok zor. Bunun yanında çocuk için verilen emekler ve çekilen zahmetlerin çocuk nezdinde karşılığının olacağı da garanti değil. Verilen emekleri çocuk görmeyebilir ve ebeveynine karşı nankörlük edebilir. Ya da verilen emeklerin ters istikametinde bir hayat sürebilir. Maddi ya da manevi olarak ebeveynin çocuktan bir karşılık beklemesi durumunda hayal kırıklığı ortaya çıkabilir ve ‘çocuk için harcanan’ bir ömür boşa gidebilir. Halbuki alışverişi çocuk ile değil de Allah ile yaptığında ebeveynlik yolculuğunda sadece yolda olmak var. Yarını, sonucu düşünmeden, en çok ahiretini/zi düşünerek tüm yorgunluğa, uykusuzluğa ve zahmete rağmen her sabah yine yeniden severek ve tercih ederek emek vermek var. Bütün bu emeği ve zahmeti bilinç altında veya üstünde çocuğuna yük etmek değil, bir ibadet hassasiyetiyle ince ince kendi hayat hikayene işlemek var. Kendi hayat hikayende ebeveynlik yolculuğunda yol alırken, bir başkasının hikayesinde de anne/baba olduğunu unutmamak var.
Tevbe suresi 111. ayette dediği gibi “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır.” Anne olmak kendi malınla, canınla Allah rızası için ibadet inceliğiyle çocuğun için malından ve canından ‘vermek’ demek. Karşılığını ise Allah’tan cennet olarak almaya niyet etmek demek. En azından alışverişi Allah ile yapmak gerektiğini sık sık kendine hatırlatmak ve her motivasyonunu kaybettiğinde Allah’ başvurmak demek.
Bir de son olarak; oğlum en çok bana ağlıyor belki ama en çok da bana gülüyor 🙂
Zeynep
Photo by Hussain Badshah on Unsplash
Yorum yok! İlk sen ol.