Modern kadın her zaman güçlü olur. O okur, çalışır, kendi ekonomik özgürlüğü vardır ve kimseye boyun eğmez. Ben kalabalık bir metrobüste bile kendi ayaklarımın üstünde duramazken koca dünyada bunu nasıl başaracağım, bunu kimse söylemiyor.
“Stronger than yesterday. Girls never quit. Get up and run.” ¹ 9 yaşındaki kardeşimin tişörtünde bunlar yazıyor. Ne tuhaf, 23 yaşındaki benim sosyal medyada, şarkılarda, televizyonda ve hatta (belki de en çok) okuduğum okulda duyduklarımla küçük kardeşime söylenen hemen hemen aynı. Kızların ne kadar güçlü ve dayanıklı olduğu, her işi yapabileceği, asla pes etmemesi gerektiği… Aradan geçen yıllar içinde değişen tek şey “kız” kelimesinin yerini “kadın” kelimesine bırakışı oluyor sanki. “Kadınlar isterse yer yerinden oynar.” Üniversitede çeşitli yerlere asılmış çıkartmalardan sadece biri. “Kadınlar yemek değil devrim yapar”, bir diğeri. Bütün bunlar yıllar içinde kazanılmış birer hak mı yoksa kendimizi mi kandırıyoruz diye düşünmeden edemiyorum. Yaşadığım hayata bakıyorum; aklıma kendimi çok güçsüz, sonsuz aciz ve kesinlikle çaresiz hissettiğim onca an geliyor. Artık elimden hiçbir şey gelmiyor dediğim ve tüm “sen çok güçlü bir kızsın” laflarına rağmen acizliğimi ilan edip kenara çekilmek istediğim, hatta çekildiğim. Halbuki modern toplumun çizdiği kadın imajında buna yer yok. Modern kadın her zaman güçlü olur. O okur, çalışır, kendi ekonomik özgürlüğü vardır ve kimseye boyun eğmez. Ben kalabalık bir metrobüste bile kendi ayaklarımın üstünde duramazken koca dünyada bunu nasıl başaracağım bunu kimse söylemiyor. Hadi beni es geçelim, fazla kırılgan olduğumu düşünebiliriz, peki diğerleri? Bir kadın hatta bir insan bunu gerçekten yapabilecek bir varlık mı?
Bana öyle geliyor ki modern toplumun bizden aldığı en temel haklardan biri de acziyetini kabul etme hakkı. Performans toplumunun² sadık neferleri olan bizler artık elimizi attığımız her işi başarmaya ve her daim sağlıklı, dinç, güzel, başarılı ve hatta mutlu görünmeye yeminli gibiyiz. Fiziksel kusurlarımızı kapatmak için estetik operasyonlar ve kozmetik sektörü var. Moda sektörünün de yardımıyla, hayallerimizdeki görüntüyü elde edebilmek için tüm imkanlar önümüze serili bekliyor. Sosyal medyayı kullanarak düşünsel olarak da olmak istediğimiz gibi bir profil oluşturabiliriz; insanlar bizim ne kadar güzel olduğumuzu söylemekle yetinmez aynı zamanda ne kadar zeki olduğumuzu, ne kadar çok kitap okuduğumuzu, ne kadar iyi enstrüman çaldığımızı hatta ne kadar ahlaklı olduğumuzu bile düşünebilir. Her koldan birbirini besleyen bu döngüdeki eksik parçaysa ruhlarımızdaki boşluğu nasıl tamamlayacağımız çünkü kadınların ellerinin her daim narin olması gerektiğini öğütleyen kapitalizm nasırlaşan ruhlarımızı pek de önemsemiyor. Güçlü olabilmek için ödediğimiz bedeller ve kaybettiğimiz naifliğimiz üzerine kimse konuşmuyor. Öte yandan yolunda gitmeyen her iş, elimizi uzatıp da tutamadığımız her nesne, kötü geçen her sınav, çok sevdiğimiz halde kaybettiğimiz her insan bize ne kadar aciz olduğumuzu hatırlatıp duruyor. Perişaniyetinden müteessir olduğumuz ve ıslah edemediğimiz şu kainat³ bize asıl güçlü olanın kim olduğunu ispatlamak üzere kurulmuş. Ama tam da burada yani güçsüzlüğümüzü kabul edip kendi adımıza pes ettiğimiz noktada asıl ihtiyacımız olan güce ulaşabiliriz. Havl ve kuvvetin gerçek sahibine sığınabiliriz. O zaman da güçsüzlük dediğimiz şey bizi aşağı çekmek yerine yukarı taşıyan bir merdiven olur çünkü ona dayanarak asıl güç sahibinin kapısını çalarız, kendi sınırlı çabamızla çalışıp didinmek yerine kudreti her şeye yeten ve rahmeti sonsuz olandan isteriz. Tam bu noktada güçsüzlüğümüz bizim asıl gücümüz olur ve tüm isteklerimizi kimden istediğimizi öğretir bize. Bu noktaya vardıktan sonra da bize dayatılan rollerin de onları taşıyıp taşıyamadığımızın da pek bir önemi kalmaz. Artık okumak ya da okumamak, çalışmak ya da çalışmamak, kitap yazmak ya da yemek yapmak, dünyayı gezmek ya da çocuk yetiştirmek bizim için hayatın gayesi olmaz ama hepsine de teker teker varabilmeye bir yol açılır.
İşte bu sebepten güçsüzlüğün ve acziyetini kabul etmenin hakkını teslim etmek istiyorum. Gerçekten yapamıyorum ve pes ediyorum demeyi önemsiyorum. Her daim rahmeti tüm kainatı kuşatmış olanın gözetimi altında olduğumuzu bildikten sonra düşmek de problem değil çünkü ya kalkamazsam diye endişelenmeye mahal yok, kendi başıma zaten kalkamam. Bir kaldıran olduğunu ve zaten düşmeye müsaade edenin de O olduğunu bildikten sonra düşmek, yeniden düşmek hatta bir daha düşmek hayatın akışının bir parçası. Zaten ömür tekdüze gitseydi hayattan çok ölüme benzerdi. Dünyaya her ne için gönderildiysem güçsüzlüğüm de ona varmak için verilmiş. Kendi eksikliğimi fark ettiğim noktada Allah’ı tanımak için daha çok gayret edebilirim, O’nu tanıdıkça daha çok sevebilir ve ruhumdaki tüm eksikleri ancak O’nun sevgisiyle tamamlayabilirim, inşallah.
Selam ve dua ile,
Ebrar Sena
1.Her gün bir öncekinden daha güçlü. Kızlar asla pes etmez. Ayağa kalk ve koşmaya devam et.
2. Han B. C. (2015). Yorgunluk Toplumu, çev, Samet Yalçın, İstanbul: Açılım Kitap.
3. Nursi S. (2006). Mektubat (s. 225.), İstanbul: Envar Neşriyat.
Image by Freepik
Allah razı olsun, birçok açıdan insanı kendine getiren bir yazı olmuş. 🙂
Allah razı olsun.” Dünyaya her ne için gönderildiysem
güçsüzlüğüm de ona varmak için verilmiş.” Zihnimizden ve hedefimizden çıkarılmak istenen hakikat…
Ne kadar da ihtiyacımız olan bir yazı okudum. Allah razı olsun, emekleriniz için çok teşekkürler.
Güzel bir yazı olmuş
Gerçekten haklısınız