Tesettür Yazıları – 2
16. yüzyılın ortalarında Fransa’da bir evdeyiz. Düşünceleri ile zamanında yeri yerinden oynatan bir adam çalışma masasında huzursuz. Halbuki uzun süredir çektiği para sıkıntıları bir hayırseverin yardımıyla son bulmuş ve eline gerçekten yüklü bir miktar geçmiştir. Artık çalışmalarına rahatça odaklanabilir.
Ama gözü sürekli yeni aldığı sabahlığının muazzamlığı yanında çalışma masasının eskimişliğine gitmekte. Daha rahat edeceği, donanımlı ve açıkçası göze daha hoş gelen bir masa almalı. “Tamam, onu da alacağım ve odaklanmama engel kalmayacak.” diye geçiriyor içinden muhtemelen.
Masayı alıyor… Ah o uyumsuzluk! Şimdi de halısı çok göze batıyor! Bu böyle olmayacak. Her yere el atmalı derken derkeen…
Elindeki tüm parayı evini baştan aşağı değiştirirken harcıyor ve yine en başa, borç içindeki yaşamına dönüyor. Hatta bu kez daha da eksik hissederek. Pişmanlık içinde “Eski sabahlığımın efendisi iken yeni sabahlığımın kölesi oldum” yazıyor Eski Sabahlığıma Pişmanlık yazısında Denis Diderot – ki düşünceleri ile Fransız İhtilali’nin ateşini yakmış, koskoca “Ansiklopedi” kitabının ortak yazarı olmuş bir düşünür ve yazar.
En temel dürtülere karşı gelemediğini itiraf ediyor kendisine. Farkında olmadan girdiği sarmal üzerinden, eşya ile kendini ve etrafını ifade etmeye çalışmanın pişmanlığını yaşıyor. Uyumlu olmayı ararken aslında benliğinden taviz vermenin, asıl önemli olanı kaçırmanın pişmanlığı. Onu Diderot yapan da bunun farkına kendisinin varması diyebilir miyiz? Şu an çok iyi bildiğimiz şirketlerin, pazarlama stratejilerinde onun pişmanlığını değil de uyum arayışını ilham olarak almaları ve adına Diderot Etkisi demeleri de mi bize bir şeyler anlatmıyor?
Aslında çok basit bir mantık: ürün değil duygu satıyorlar. Hangi duyguyu? Tutarlı, uyumlu ve ilham verecek bir tarzın içinde olmak bir ayrıcalıktır. Onu bulduğunda başka hayatlara özenmez kendininkinin tadını çıkarırsın. Ruhumuza hitap eder bu teklif. Aradığın cevapları orada bulacağını bilirsin. Bir referans noktan vardır.
İşte bu ayrıcalık ürünleştirilir. Farklı pazarlar oluşturmak için de küçük küçük parçalara ayrılır. Ve tabii ki sergilemen için de alanlar oluşturulur. Yani sadece sahip olman yetmez. Çoğunluğun onayladığı ürünlere sahip olman gerekir. Ne tuhaf dimi, ayrışmak için sahip olduğumuz ürünlerin günün sonunda bizi çoğunluktan biri yapması.
Her şeyin başlangıcı o hikayeyi hatırlayalım. Üstelik hep çarpık anlatılan o hikayeyi. Hz. Adem ve Hz. Havva cennetteler. İkisi eş olarak yaratılmış birbirlerine. Cennetteler ve kelimenin her anlamıyla kusursuz bir yaşamları var. Tek bir şey isteniyor onlardan:
“O ağaca yaklaşmayın!”
Kibrine yenik düşmüş ve asla hatayı kendinde aramamış olmanın sonucu olarak kovulmuş olan Şeytan, uğraşıyor uzun zaman, kim bilir ne kadar. Cennette olan insanlara, her şeye sahip olan insanlara ne önebilirdi ki şeytan?
“O ağaçtan yerseniz ebedi olursunuz”…
Sahip olmak istiyorlar tüm bunlara. En mükemmel yerde de olsak konmuş kalbimize bu arzu. Zaptetmemiz gereken bir konu olarak. Kendimizi yoğururken, Yunus Emre’nin deyimiyle hamdım piştim yandım kısmındaki pişme aşaması için bir sebep.
En vurucu kısım burası değil elbette. Arzularına yenildiklerinde hangi ceza veriliyor ilk olarak? Cennet elbiseleri onlardan alınarak mahremiyetleri açığa çıkıyor. İlk aldıkları ceza bu: mahremlerinin görünmesi.
Şimdi taşlar yerine oturur mu bu zaman için? Tarihte hiç olmadığı kadar onay alma isteğinin arttığı bu zaman için? Ne kadar çok ses var Allah’ım!
Entropi, var olan her şeyin sürekli bir düzenden düzensizliğe gittiği bir yasadır. Sıcak soğur, genç yaşlanır, yeni eskir. Meşgul olduğumuz şeyler bu dünyaya ait yani sürekli düzensizliğe gidecek olanı düzeltmekle geçiyorsa sessiz bir çığırtkanlık aramak gerekir.
Nasıl yani?
Fransa’dan devam edelim. İki dünya savaşı arasında endüstri gelişiyor, kadınlar para sahibi oluyordu. Peki bu para nereye harcanacaktı? Kadınlar sosyal hayatta görünürlüğünü artırırken nasıl göründüğü konusunda serbest mi bırakılacaklardı?
Devreye olmayan sağlık sorunlarına ve daha fazlasına çözüm üreten kozmetik endüstrisi giriyor ve o gün bugündür olmayan sorunlarımıza çözümler bulunsun, yoksa da kapatacak renklerle etrafım donatılsın istiyoruz. Selülit bunlardan sadece bir tanesi. Aslında vücudun çok normal bir sürecini mutlaka kurtulunması gereken bir “sorun” haline getirmekle “ten rengi beyaz olmayan alt sınıftırdan ten rengi koyu olmayan fakirdire” varan bir dizi iddiaya kadar aslında bize ait olmayan bir sürü aynı ses.
Yıllar önce İhsan Fazlıoğlu Hocadan dinlemiştim: “28 Şubat sürecinde bizde başörtüsü okullarda yasaklanırken Mısır’da tam tersi uygulamalar hayata geçiriliyordu. Araştırmalarda görmüşler ki Türkiye’de kadınlar tesettürden ayrıldıkça; Mısır’da ise tesettüre girdikçe kozmetik harcamalarını artırıyorlar.”
Kendi kararımız sandığımız adımların arkasındaki reklamları, pazarlama stratejilerini duyuyor musunuz? Kendi mahremiyetiyle ilgili çok dikkatli olan Mark Zuckerberg’in platformlarındaki verileri deşifre ettikten sonraki özrünü duyuyor musunuz mahkemede?
Bu özrü kabul ediyor musunuz?
Her çocuğu kendi zamanına göre yetiştirmeyi öğütler Hz. Ali. Elbette imkanlardan, teknolojiden ve diğer tüm nimetlerden yararlanacağız. Ama ne zamana kadar? Ayette bahsedildiği üzere “Sesiniz Peygamberin(s.a.v.) sesini bastırmasın” (Hucurat/2) emrine kadar. O emirleri duyduğumuzda “ama” diye başlayan cümle kurmayacak kadar haddimizi bilene kadar.
O halde etrafıma baktığımda sahip olduğum ürünler benim için mi sahip olduğumun ilanı için mi? Sadece bana iyi gelmesi yetmiyorsa, mutlaka göstermem de gerekiyorsa ürünümün sahibi ben bile olsam kafamdaki sesin sahibi ben miyim?
İlk insandan gördük, isteğe karşı konmayabilir. Kim bilir kaç kere denedi şeytan da kaçıncısında amacına ulaştı… Her aldığımın karşılığında kaybettiğim nedir?
Ne demiştik önceki yazıda, “aynadan yansıyan ben, ait olduğumu iddia ettiğim yeri yansıtıyor muyum?” Bir ikinci soru daha ekleyelim: Sahip olduklarım ait olduğumu iddia ettiğim yere ne katkı sağlıyor? Ölümsüz değilsem hatta tam tersi her geçen gün düzenli bir düzensizliğin içindeysem, içimdeki sonsuzluk hissini nasıl yorumluyor ve davranışlarıma nasıl yansıtıyorum? Kimin konuşmaları kafamdaki? Neleri tekrar ediyorum? Kimler konuşuyor hem içimde hem etrafımda? Kime kulak kabartıyorum?
Tüm bunların sonunda içine dönüp dinlediğinde bulabildin mi? Hangi sesin sahibisin?
Kevser Çelik
KAYNAKÇA
Hz Adem-İlk Hata ve İlk Tövbe
Entropi Nedir?
Selülit Diye Bir Şey Yok!
Öz güven Eksikliğine Bağlı Materyalizm
Mark Zuckerberg Mahkemede
Yorum yok! İlk sen ol.