Kendimi bildim bileli canım çok ve çabuk sıkılır. Bu yüzden de özellikle ergenlik ve ilk gençlik yıllarımda kendime eğlence fırsatı oluşturacak etkinliklere, ortamlara da meylim epey fazlaydı. Eğer böyle bir ortam veya imkan yoksa bunun öncüsü olmaktan da hiç çekinmezdim. Çünkü bütün kutlamaları öncelikle kendi içimdeki can sıkıntısını gidermek için organize ederdim. Bu yüzden kutlama fikirleri genelde ilk benden çıkardı. Mesela ortaokulda ilk kez adet gören arkadaşlarıma kutlama düzenlemek benim fikrimdi. Lisede doğum günü kutlamalarında pasta siparişini genelde ben verirdim. Sonra lisenin ilk haftasında daha kimse birbiriyle yeterince tanışmazken tesettüre girmeyi başaran arkadaşıma tesettüre girme partisi düzenlemek de benim fikrimdi. Kınalara gitmeyi çok severdim. Üniversitede ise konsere gitmemek en büyük imtihanlarımdan birisiydi. Ya konser sırasında ölseydim, böyle bir ortamda ölmek ister miydim? Bu yüzden de konsere gitmeye hep direndim. Bana göre dünya hayatı yeterince sıkıcı bir yerdi ve küçük eğlenceler bu hayatı daha yaşanılabilir kılıyordu. Sonra yaşım biraz daha büyüdükçe bir şeyi fark ettim. Arkadaşlarımla çok eğlendiğim, bolca kahkaha attığım her akşamın sonunda sanki hiç eğlenmemişim gibi içime yine geçmeyen bir can sıkıntısı yerleşiyordu. Sanki birkaç saat önce çok eğlenen ben değildim. Bu can sıkıntısı hemen yine yeniden beni nasıl buluyordu. Hiçbir eğlence içimdeki can sıkıntısına kalıcı çözüm bulamıyordu. Bu can sıkıntısının çözümü belli ki eğlenmekten geçmiyordu. Neydi geçmeyen bu can sıkıntısının anlamı? Şifası neydi? Başka insanların canı bu kadar sıkılmıyordu sanki, Allah bana neden böyle geçmeyen bir his nasip etmişti?
Bu sorunun cevabını bulmaya çalışmak beni dünya hayatının özüne dair ve sünnetullaha dair düşünmeye sevk etti. Bu dünya hayatı bir imtihan dünyasıydı ve zaten Allah kullarına burada kesintisiz bir mutluluk ve coşku hali vadetmemişti. İmtihan dünyası olmasının temelinde zaten birtakım zorluklarla ve nimetlerle sınanmak vardı. Allah bizi sadece kul olmak için, hangimizin daha iyi bir kul olacağını görmek için burada yaratmıştı. Kesintisiz mutluluk halinin olduğu yer ise Kur’an’da cennet tasvirlerinde kendini gösteriyordu. Gerçekten de sonsuza kadar canı sıkılmadan mutlu yaşayan insanlar cennette olmalıydılar. Benim ruhum ise sonsuz hayat için yaratılmıştı. Çünkü ölüm gelince bedenler ölürdü ama ruh yaşayacaktı. Bu dünyada hiçbir şey can sıkıntıma çare olamıyordu çünkü ruhum sonsuz ve kesintisizi bir mutluluk arayışındaydı. O cenneti istiyordu ve bu dünyada hep cenneti bulmaya çalışıyordu. Bulamadıkça hep hayal kırıklığına uğruyordu. Bu dünya Allah’ın cemâlinden ayrıldığımız bir madde mekanıydı ve bu yüzden de gurbetti. Asıl memleket ahiret yurduydu. Dünyada kaldığımız birkaç on sene boyunca sadece bir yolcu gibi olmalıydık. Buranın gurbet olduğunu, asıl yurda gidene kadar vakit geçirdiğimiz bir gölgelenme yeri olduğunu unutmamalıydık. İşte can sıkıntısı bu yüzden beni sıkça uyarıyordu. Bana bu dünyaya ait olmadığımı hissettiriyordu. Ruhumun bu dünyadaki ucuz ve kısa süreli eğlencelerle mutmain olamayacağını, daha büyük bir tatminin ve tesellinin peşinde olmam gerektiğini bana öğütlüyordu. Allah bana ya geçmek bilmeyen bir can sıkıntısı vermeseydi, ya günlük eğlencelerle ruhum tatmin olsaydı da öteleri arama gayretine girmek zorunda kalmasaydım, o zaman ne kadar büyük bir nimetten mahrum olurdum değil mi?
Canım hala çok ve çabuk sıkılıyor. Ama ben artık canımın bu dünya hayatında niye sıkıldığını çok iyi biliyorum. Onu geçirmek için uğraşmıyorum. Bu dünyada yaşamanın doğal bir parçası olarak onu kabul ettim ve onun bir nimet olduğunun farkındayım. Bu yüzden de artık ruhumu ucuz ve günlük eğlencelerle oyalamaya çalışmıyorum. Can sıkıntıma kalıcı bir şifa olarak neyin iyi geldiğini de çoktan keşfettim, çok şükür. İyi ki canım sıkılıyor. 🙂
Zeynep
Yorum yok! İlk sen ol.