Koca bir “sanane” bulutunun altında yıkandı zihinlerimiz. Elbet kimsenin yargıcı olmak değildir haddimiz, fakat bir zamanlar Allah rızası için Müslüman kardeşini uyarmanın iyi niyet göstergesi sayılması bugün özgürlük maskesinin altına sığınarak “benim tercihim” olarak algılanıyor.
İnsan diğer canlılardan farklı olarak fıtraten örtünme ve utanma duygusuna sahiptir. Mevcut bir kesim her ne kadar insanın da bir hayvan olduğu inancını sürdürse de insanlığın değeri olan haysiyet örtünmeyi de beraberinde getirir. Bundan dolayı Allah, hayvanlarda olduğu gibi insan vücudunda doğal bir örtü yaratmamış. Onun yerine örtünme duygusunu bahşetmiştir.
Günümüzde özgürlük, medeniyet, cesaret ve moda adı altında bedenin çıplaklığını normalleştirmek için yapılan propagandalar karşımıza çıkmaktadır. Ancak bugünün “modern” kimseleri, Allah’ın insan onurunu korumaya yönelik olan örtünme nimetini yok sayarak çıplaklığı “medeniyet” adı altında meziyet sayıp, aksini iddia edeni de gericilikle suçlar. Örtünme, tesettür ve takva birbirlerinin tamamlayıcısıdır. Ve Rabb’imizin dediği gibi takva örtüsü muhakkak daha hayırlıdır. Yani yalnız giyim açısından değil davranışlarımız, konuşmamız, tavrımız gibi bizi biz yapan temel değerlerin Allah rızasına götürücü şekilde “Müslümanca” biçimlenmesi gerekir.
Peki bizim tesettür tasavvurumuz nasıl olmalıdır?
Sorumluluğumuz, bedenimizin maddi koruyucularına, nefsimizin sınırlarıyla çizilen yola, sadece bizim için, bizi yaratan tarafından belirlenmiş. ve bundan şüphe duymayacak bir kalple iman edenlerden olmaktır. Evet, bize düşen yalnızca imanını amele dönüştürüp bir zırh gibi üstünde taşımaktır. Reklam ve sosyal medya sektörünün tesettür dünyasını ele geçirmesiyle birlikte maalesef etrafımızda “fenomen” kimlikler oluştu. Uzun yıllar büyüklerimizin mücadelesini verdiği başörtüsü davası, günümüzde yerini sadece maddeden oluşan, israfıyla, eğlencesiyle ünlenen, kendini bir vitrine dönüştüren, gösterişli kişilere bıraktı. Öyle bir değişimdi ki bu, sürekli yenilenen trendler her şeyi sil baştan yazdı.
Artık gayriihtiyari başörtüsünden saçı gözüken kardeşlerimizi de mahremini sınır gözetmeksizin paylaşanları da uyaramaz olduk. Koca bir “sanane” bulutunun altında yıkandı zihinlerimiz. Elbet kimsenin yargıcı olmak değildir haddimiz, fakat bir zamanlar Allah rızası için Müslüman kardeşini uyarmanın iyi niyet göstergesi sayılması bugün özgürlük maskesinin altına sığınarak “benim tercihim” olarak algılanıyor.
Pek tabii Allah’tan başka kimse bizim ne giyeceğimizi, ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı belirleyemez. Fakat bilmeliyiz ki gerçek özgürlük her istediğini yapmaktan ziyade kimseden çekinmeden doğru olanı yapmaktır. Bizler modanın değil Allah’ın buyruklarına itaat edersek ve heveslerimizi önce “Benim istediğimi Allah istiyor mu?” kıstasına göre şekillendirirsek ayaklarımızı hak yol üzere sabit kılmış oluruz.
Bireysel olarak hikayenin başına dönecek olursak dünyaya gelişimizden itibaren hepimiz bir oyuncu gibi taklit ederek başlarız hayatı öğrenmeye ve her birimiz farklı rollerle, farklı repliklerle oynarız. İslam üzere olan bir ailede “Bizi kim yarattı?” sorusuna “Allah” demeyi öğreniriz önce, besmele çekerek yemeğe başlamayı, annemizin başörtüsünden elbiseler yapmayı, namazda secdeye giderken omuzlarına tutunduğumuz babamızla kıyama beraber yükselmeyi, sonra duyabildiğimiz fısıltılı ayetlerle oynatmayı dudaklarımızı.
Bütün bunlar olurken rengarenk tokaların, takıların ve çocukluk heveslerinin çekici dünyasından da eksik kalmayız. Bizi güzelliğe ve süse meyilli olarak yaratan aynı zamanda en iyi tanıyan Rabb’imizin büyüyüp çocukluğumuz kendini ergenliğe bırakıncaya kadar tesettürü farz kılmaması da bu yüzdendir. Fakat zamanı gelip örtündüğümüzde, iki ayrı kelime anlam kaymasına uğrar zihnimizde: açık ve kapalı, başörtülü ve başörtüsüz…
Yalnızca başımızı örtmekten ibaret değil, bu dünyanın fitnelerine karşı Rabb’imizin bizi muhafaza etmesi, istenmeyen gözlerin, kötü düşüncelerin ve zihinlerin her türlü temâsına karşı bir tedbirdir tesettür. Örttüğümüz ise bedenimizden ziyade her türlü tehlikenin ve şerrin kapısıdır. Tesettürü bir özgürlük kısıtlayıcısı olarak görenlere de öncelikle şu soruyu sormak gerekir: Erkek egemen kurumlar tarafından tasarlanan moda-kozmetik sektörleri bizi tüketimin öznesi haline getirip, dergilerde “10 maddede daha çekici ve güzel görünmenin sırlarını” paylaşırken kadın bedenini metalaştırmış aynı zamanda köleleştirmiş olmuyor mu?
Tüm bunların aksine bizi biz olduğumuz için değerli kılan İslam’da vazgeçilmez olan güzellik değil yalnızca şahsiyettir. Bir kadının bedeni modernizmin dayattığı estetik algısından çok daha fazlasıdır. Çünkü Allah, kadının çekiciliğini değil ameli güzelliğini takdir eder. Bugün ise kadın hakları adı altında erkeklere hitap eden “bakışlarını üzerimden çek” mottosunu feminizme mal edenler Nur Suresinden nasibini almayanlardır:
“Mü’min erkeklere söyle; gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar! Bu, onlar için daha temizdir. Şüphesiz ki Allah, (onların) yapmakta oldukları şeylerden hakkıyla haberdardır.” (Nur Suresi’30)
Adaletin yaratıcısı ve sahibi olan Allah elbette cinsiyetler arasındaki dengeyi de en iyi koruyandır. Bu sayede biz insanlar olarak tesettürü koruduğumuz müddetçe hedeflenen toplumsal ahlak sağlanmış olur.
Artık önyargıları bir kenara bırakıp varlığımızın amacını yalnız bu dünyaya indirgemeden düşünmek imkansız olmasa gerek. İnandığını yaşamak, inananları seyretmekten daha güzeldir muhakkak.
Ve bizler Allah’ın izniyle iyi olan her şeye açık, kötülüğün erişimine de kapalıyız, elhamdülillah!
Selam ve dua ile…
Begüm Kıtay
*Resim: https://pin.it/MvEA1ee
Yorum yok! İlk sen ol.