” Çoğu zaman, tedbirimize o kadar dayanıp sebepleri o kadar avucumuzdaymış gibi hissediyoruz ki ortada Allah’ın kudretini düşünmeye yer kalmıyor. Büyük bir garanticilik içerisinde hareket ediyoruz yani. Elimizden geleni yapmayı, bizi neticeye götürecek yegâne yol olarak zannediyoruz.”
Evvela yazının başındayken, lazım olacak kavramları açıklığa kavuşturmaya çalışalım.
Sebep dediğimiz kavram, içerisinde bulunduğumuz alemdeki nizamı bize anlatır. Yani her şey bir şeyin sebebi olarak ortaya çıkar ve her şey bu bütünlük içerisinde hareket eder. Yağmurun yağmasının sebebi su buharının yoğuşmasıdır. Yoğuşmanın sebebi su buharının soğuk hava ile temasıdır gibi. Tüm bu sebepler zincirinin oluşturduğu yaşadığımız alem de alem-i esbab olarak adlandırılır. Tedbir ise, bu sebeplere uyum sağlamanın adıdır yani sebeplere riayet demektir.
Nasıl ki şemsiye almadan yağmura çıkmak bizi ıslatırsa yani ıslanmamızın sebebi yağmursa, bu sebebi göz önünde bulundurup şemsiye almak tedbir olur.
Tevekkül; bir durumda üzerimize düşeni yaptıktan sonra, sebeplere dayanıp gerekli tedbiri aldıktan sonra neticeyi Allah Teâlâ’dan beklemektir. Yani eğer bizler bir hastalığın şifası için ilaç alıp beslenmemize, fiziksel aktivitelerimize vs. dikkat ettikten sonra bu şifayı yüce Yaratandan bekliyorsak tevekkül etmiş oluruz. Tevekkül, hiçbir tedbir almadan neticenin direkt tecelli etmesini beklemek olmadığı gibi böyle bir durumda hâşâ Allah’ın kudretini sorgulamak da değildir. Yani ilaç almadan, hiçbir tedavi yoluna başvurmadan Allah’tan şifa beklemek de olmaz, bunun sonucunda şifa vermedi diye Allah’ın gücüne şüphe ile yaklaşmak da olmaz.
Şimdi mevzumuza gelelim: Bizler kullar olarak sebeplere bağlıyızdır, onları yerine getirerek netice elde ederiz. Sebeplere etki gücünü verenin sebeplerin kendisi değil, Allah olduğunu bilmek de bizi inanan kullar yapar. Çalışırız, elimizden geleni yaparız ve bunun sonucunda başarı verenin sadece Allah olduğunu bilmek sebeplerin kudret sahibi olmadığını görmemizi sağlar. Asıl kudret sahibi Allah’tır bizler için. Zaten tevekkülün anlamı da bu değil miydi? Gerisi takdir-i ilahi derken hüküm verici olarak Allah’ı kabul etmiş oluruz. İşte tam da bu noktada üzerinde hassas olmamız gereken bir nokta var: Çoğu zaman, tedbirimize o kadar dayanıp sebepleri o kadar avucumuzdaymış gibi hissediyoruz ki ortada Allah’ın kudretini düşünmeye yer kalmıyor. Büyük bir garanticilik içerisinde hareket ediyoruz yani. Elimizden geleni yapmayı, bizi neticeye götürecek yegâne yol olarak zannediyoruz. Yapacağımız bir yolculukta tüm rotaları çıkarmış, birikimi bir kenarda toplamış, hazırlıkları yapmış tamam ama bunlara o kadar çok sırtımızı yaslamışız ki Allah’ın gücünün her an her şeye yeteceği gerçeğini unutup gaflete düşebiliyoruz.
Sebeplere riâyet Allah’ın emri, Allah Resulü’nün sünneti lakin tek başına bu sebepleri Allah’ın kudretinin önüne geçiriyorsak ortada mühim bir problem var demektir. İlah- i takdiri ıskalamak demek, farkında dahi olmadan bizleri şirke götürür Allah muhafaza. Nefis öyle sessizce kıpırdanıyor ki, şeytan öyle sinsice musallat oluyor ki Allah’ın emrini yerine getirelim derken haddimizi aşmaya kadar varabiliyor iş. Sebepler bütünlüğüne olan güven, Allah’ın takdirine olan güvenden önde olmamalıdır. Unutmamalıyız ki bizleri yaratan Allah, sebeplerin de yaratıcısıdır. O (c.c.) izin verdiği müddetçe bu kainat düzen içerisinde var olur çünkü her şeyin yaratıcısı olan Allah, yarattıkları üzerinden tasarrufta bulunma hakkını da elinde bulundurur. Bu yaratıklar O’nun emirleri doğrultusunda yol alırlar. Velhasıl durum böylesine sabitken de bizler sadece kendi fiillerimizin tamlığı ölçüsünde değil; O’na, güvenimiz ölçüsünde tevekkül etmek ile de kul olmuş oluruz.
Her daim Allah’ı yegane güç olarak görebilmek duası ile,
Selametle.
Neslihan
Yorum yok! İlk sen ol.