“Benim infakımı ulaştıracak eller iyi ki varlar. Peki bu el neden benimki değil?”
Gençler olarak çoğu zaman taşıdığımız potansiyelin farkında olmadığımızı düşünüyorum; çünkü günün sonunda bu potansiyeli minik parçalara ayrılmış ve birbirinden çeşitli yerlere dağılmış halde buluyoruz. Güzel işler ortaya koyuyor, güzel ağlar kuruyor, kaliteli insanlar biriktiriyoruz, eyvallah. Fakat bu topluluklardan ötede başımızı çevirip bakmak zorunda olduğumuz, içine doğduğumuz bir toplum var. Bunun farkında mıyız?
Bu toplumun fertlerine bakışlarımızı değdirmek bir lütuf değil, ihsan değil, iyi insan olmak değil. Bu dümdüz insan olmak. Kulakları tıkalı, gözleri perdeli insanın bir anlık gözüne takılan mazlum bir hane, artık onda kahramanlık hissi uyandırabiliyor çünkü seyrekleşti. Bu göze takılma hali bile giderek azaldı; çünkü araya mesafeler, aracılar, ulaştırıcılar girdi. Çünkü artık bakmayan göremez oldu.
Malından Allah için infak eden kulun O’nun katındaki önemi hepimizin malumu. Fakat bu ibadetin tek veçhesi cidden bu olabilir mi? Şimdilerde kurban, zekat, fitre gibi ibadetlerin birçok aracı kurum ve topluluk yoluyla eda edilebildiği bu dönemde, kişinin bu ibadetler için gereken sürecin nasıl işlediğine dair bile bir fikri oluşmamış olabiliyor. Hiçbir aracı yardım kuruluşunun olmadığı bir dünyada zekat vermek isteyen bir Müslüman o zekatı önce kimlere verebileceğini, sonra bu kişilere nasıl ulaşacağını ve bu işlemi usulüne uygun bir biçimde nasıl gerçekleştireceğini bilmiyor. Bu bizim için apaçık bir tehlikedir.
Bir işi bizzat gerçekleştirmek, o işin taslağından son haline kadar her aşamasına mesai harcamak ve kafa yormak demek. Bu aşamalardan geçerken o işle birlikte değişime uğramak demek aynı zamanda. Aşamalardan, adımlardan, bazen bazı pürüzlerden azade olan ve sadece sonuçtan ibaret bir işin insanda zihnen ve mânen kapladığı alan çok az olacaktır. Yani oturduğumuz yerden, havale yoluyla da infak ibadetini eda etmek mümkün. Mazlumların ihtiyaçlarını bu şekilde giderebiliriz, peki bizim ihtiyacımız ne olacak? Bizim bir sadaka için yapmamız gereken zihinsel ve bedensel mesaiden kısarak onu olabilecek en hızlı ve kolay biçimde eda etmemiz, kendimizi bu ibadetin sadece maldan infak yönüyle ilişkilendirmemiz ve dolayısıyla diğer yönlerindeki feyizlerden mahrum bırakmamız anlamına geliyor. Bunu kendimize neden yapıyoruz? Gençliğimizi, sağlığımızı, vaktimizi neden malımızdan daha zor harcıyoruz?
İnsanın insanla muhatap olması ile kurumla veya toplulukla muhatap olması aynı değil. Bizler belki çevremizde bizzat eliyle, ayağıyla, diliyle hayırda koşturan birçok arkadaşımızın olması yönüyle bir şeyleri fark ediyoruz çok şükür. Diğer yandan bu arkadaşları görmek bizi bu konularda tembelleşmeye de götürebiliyor. Bu elbette bir bahane değil, aksine çuvaldızın büyüğüdür.
Ben faturalarını ödeyemeyen ailelerin, çocuğuna bez alamayan babaların aklına gelen ilk kişi olmak rahmetine nail olan bu arkadaşlarımı takdir etmekten fazlasını yapmak istiyorum artık. Bunu benim yerime de yapacak insanlar var, evet. Benim infakımı ulaştıracak eller iyi ki varlar. Peki bu el neden benimki değil? Bu soru giderek ağırlaşıyor çünkü bir cevabı yok.
Gidip o başı okşanacak yetimi bulmak yerine bir başkasına okşaması için vekalet vermek artık yetmiyor bana. Hele şimdi, hane başına düşen yetim sayısı, ensardan bir kişinin başına düşen muhacir sayısı bu kadar fazlayken… Dünya üzerinde herkesin hakkı olanı alabildiği, kimsenin yurdundan edilmediği, hiçbir çocuğun yetim kalmadığı bir zaman mı geldi ki bize ihtiyaç kalmamış gibi uzaktan bakıyoruz tüm bunlara?
Hikaye bu ya, bize gerçekten ihtiyaç kalmadı diyelim. Yine de bizim kendi muhtaçlığımız bütün heybetiyle orada duruyor. Gözün bunları görmeye, elin başka elleri tutmaya, kulağın bazen dert işitmeye ihtiyacı var. Mazluma merhamet bu yüzden kendimize merhamet demektir.
Bu yolun başında gözde büyüyen adımların farkındayım. Destek olacağı yerde köstek olanların,‘‘ne gerek var’’cıların, kötü niyetlerin de. Tam da bu yüzden yazıyorum bu yazıyı. Kendi niyetimi kayda geçirmek, belki okurlardan birinin niyetini de kendiminkinin yanına iliştirebilmek için. Allah’ın bu niyete sahip olanların yoluna çalınması gereken nice kapılar çıkardığına çok defa şahit olduk. Yolumuz dümdüz ve engebesizse, çalacak hiçbir kapı olmadan da yürünüyorsa, vay halimize.
Güzel bir iş gördüğünüzde mutfağında yer almak istersiniz. Güzel bir şarkı dinlediğinizde bir dahaki dinleyişte ona eşlik etmek istersiniz. Ben de artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum.
Ayşe Betül Aytekin
İllustrasyon: Martina Heiduczek
martinaheiduczek.com
Yorum yok! İlk sen ol.