Mizacı gereği konuşmaktan çok hoşlanmayan ve anlatmaya ihtiyaç duymayan insanlar bir kenara dursun; benim için susmak, fazla anlatmamak bir olgunluk emaresidir. Acılar, yaralar, hüzünler, dertler, haksızlıklar, iftiralar gibi bu dünyanın bin bir türlü zor hali insanı hep anlatmaya iter çünkü. İnsan anlattıkça yaşadığı acının mahiyetini karşısındakinin yüzünde görür, gördükçe rahatlar. Anlaşıldığını hisseder, onaylanır. Kendine dayanaklar bulur ve yola öyle devam etmek ister. Bu haliyle anlatmak acıları sindirmenin bir yoludur aslında. Peki, dünyanın zorlukları karşısında anlatmamak da bir tercih olabilir mi? O zaman anlatmayan kişi nasıl sindirir acılarını? Anlatmamak içine atıp, kendini baskılamak mıdır her zaman?
Dertleşmek olarak adlandırdığımız şeyin hayırlara vesile olduğunu çok az gördüm ve deneyimledim. Sohbet ortamlarında dertleşmek çoğu zaman şikayete açılan bir yol oluyor. Çünkü hakkında konuşarak daha somutlaştırdığımız dertlerimiz ana meselelerimiz haline geliyor. Dertleşmekle beraber o kadar tatmin olmuş hissediyoruz ki bazen, asıl muhatabımızın derdi veren olduğunu unutuyoruz. Bütün gücümüzle karşımızdakine falan olayda neden haklı olduğumuzu anlatmak istiyoruz. Böyle olunca da çoğu zaman sebeplerin arkasındaki hikmetleri göremez oluyoruz. Ortada sadece derdin kendisi, derdin karakterleri ve benlik kalıyor.
Bu yüzden eğer hayra ve şifaya vesile olmayacaksa, karşımızdaki kişi bize hakkı ve sabrı tavsiye etmeyecekse, bunun yanında bizim de tavsiye alacak ruh halimiz yoksa dertleşmenin masum bir şey olduğunu düşünmüyorum. Tam aksine dertleşirken şikayete varan sözlerimizin dertleri Veren’i incitebileceğini düşünüyorum. Kimseyle paylaşmaktan hayır gelmeyeceğini düşündüğümüz dertlerin çözümü ise onları sadece Allah’a arz etmekte saklı. Allah her zaman derdi veren olduğu gibi dermanı da verendir. Ancak dermanın kaynağını kulun doğru noktadan talep etmesi çok önemli.
Zeynep
Yorum yok! İlk sen ol.