Hoş geldiniz Sevde Hanım, öncelikle bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?
İsviçre’de doğdum ve okul öncesi eğitimimi orada aldım. Sonrasında İstanbul’a döndüm ve ilköğretimden itibaren burada okudum. İstanbul Üniversitesi işletme bölümden mezun oldum. Annem Arnavut, babam Çerkez. Annemin babası Balkan göçmeni, babamın babası ise Kafkasyalı. Böyle çok kültürlü bir aileden geliyorum. Bana en çok gelen sorulardan birisi: “Sevde Hanım eşinizin yabancı olması çok zor değil mi?”. Benim için çok zor değil çünkü kendi aile yapımda da birçok kültür mevcut.
İşletme okuduktan sonra direkt okuduğum bölümle alakalı bir iş yapmadım. O dönemler radyoculuk revaçtaydı. Ben de özel radyolarda radyoculuğa başladım. Aşağı yukarı on sekiz yıllık radyoculuk geçmişim var. Günde üç saat süreyle haftada altı gün kuşak programı yaptım. “En İyi Çocuk Programı”, “En İyi Tematik İçerikli Program”, “Türkiye’nin En Sevilen Yüz Kadını” gibi dört ödülüm var. Radyoda yaptığım çocuk programlarım dinleyiciler tarafından çok sevildi. Bu vesileyle çocuk edebiyatına ayrı bir ilgim gelişmeye başladı. Çocuk edebiyatı üzerine çalışmaya başladım ve kendi ajansımı kurdum: Kâğıt Gemi Ajans. Ajans olarak belediyelere, bakanlıklara pek çok sosyal sorumluluk projesi ürettik. Daha sonrasında farklı ülkelerdeki sosyal sorumluluk projelerini gönüllü olarak fotoğraflamak için farklı davetler aldım. Bu benim hiç planladığım bir şey değildi. 2012 yılında safari fotoğraflamak için Tanzanya’ya gittim. Orada eşimle karşılaştık. Birkaç gün içinde ondan evlilik teklifi aldım. Çok kısa sürede cevap verdim ve Tanzanya’ya bir dahaki gelişimde eşimin ailesiyle tanıştım ve evlendik.
O zamanlar Tanzanya’da zor bir kuraklık süreci oldu. Biz de o süreçte su kuyuları açmaya vesile olduk, büyük şehirden fidanlar getirdik, onları ektik, onlar büyüdü. O birkaç yıllık süre içerisinde verdiğimiz emekler meyvesini vermeye başladı. Ondan sonra benim o yaptıklarım bir şekilde haber oldu: Kimsenin gitmediği, suyun elektriğin olmadığı ücra bir Masai köyünde bir Türk kadını. Sonrasında Diyanet Vakfı da Uluslararası İyilik Ödülleri kapsamında bu gayretlerimizi ödüle layık gördü. Bu vesilelerle bu köyden haberdar olan pek çok insan benim aracılığımla oraya yardım ulaştırmak istedi. Biz de bu işi bireyselden kurumsala çevirmenin gerekli olduğunu gördük ve dernekleşme yoluna girdik. Türkiye’den de çok destek veren oldu. Türkiye’den partnerlerle bu projeleri yapmak yerine Türkiye’de de kendi derneğimizi kuralım dedik. Böylece Türkiye’de Paylaşmaktır Hayat Derneği’ni kurduk.
Dernekten önce çok sistemli gitmiyorduk. Ben Türkiye’ye gidip geldikçe arkadaşlarımdan gelen zekât ve yardımları ulaştırmaya gayret ediyordum. Ancak son üç yıldır kurumsal olarak yardım projeleri yürütüyoruz. Biz dernek olarak bir projeyi iyice sağlamlaştırdıktan sonra diğerine geçmeyi prensip edindik. Bu yüzden aynı anda onlarca proje yapmıyoruz ama sağlam bir şekilde ilerliyoruz. Sonrasında gördüğümüz ihtiyaçlardan hareketle başka projeler planlıyoruz.
Mesela ped projesi uzun süre aklımdaydı ama gerçekleştireli henüz birkaç yıl oldu. Projeler, genellikle benim yaşayarak gördüğüm ya da şahit olduğum ihtiyaçlardan doğuyor. Su oralarda en temel ihtiyaç. Yıllarca yağmur suyunu süzdürüp onu kullandım. Artık refleks olarak yağmur yağdığı an koşup kovaları getiriyordum. Etraftaki insanları, ölen hayvanları, yağmur yağmadığı için yetişmeyen bitkileri gördüm ya da her ay 1 hafta okula gidemeyen kızları gördüm ve bu ihtiyaçlardan hareketle projeler geliştirdik. Mesela ilk meyve fidanı diktiğimde eşime ‘Bak, meyve fidanı vereceğiz, para vermeyecekler. İnsanlarla konuşalım evlerinin etrafına diksinler.’ dediğimde eşim insanların istemediğini söylüyordu. İstemiyorlar çünkü bilmiyorlar, papaya mesela çok hızlı büyüyen ve meyve veren bir bitki. Bizim bölgelerde yetiştirilmiyordu. Biz ektik, ilk papayayı bizim elimizden yediler. Meyveleri yedikten sonra insanlar olabildiğini gördü.
Ne güzel hayırlara vesile olmuşsunuz. Allah hepsini kabul etsin.
Elhamdülillah. Allah bana çok ikram etti ama ben de çok koşturdum. Bana ne kadar şanslı olduğumu ifade eden çok fazla mesaj atıyorlar. Halbuki bunun şansla alakası yok. Sen niyet ediyorsun Allah da nasip ediyor. Ben köyde defalarca oturup ağladığımı bilirim. Mesela emek emek ektiğim fidanlar meyve vermiş. Sabah bir kalkmışım geyik cinsi bir hayvan bütün tarlayı yemiş. Ya da bir aylığına Türkiye’ye gitmişim, geldiğimde bir baktım ki her şey kurumuş. Bunun gibi birçok şey yaşadım. Ben gece hala yarasa sesleriyle uyuyorum. Ben olumsuz şeylerden, zorluklardan bahsetmeyi çok seven biri değilim. Buralarda yaşamak, bunlarla uğraşmak çok kolay işler değil. Tabii ki hepsi Allah’ın ikramı ama niyetimiz ve çabamız var; bunu atlamamak lazım. Mesela gece ikide yatıyorum, çocuklar için beşte kalkıyorum. Gerçekten uğraşıyorum çalışıyorum, kendi ajansımın işlerini gece 12 ile 3 arası yapabiliyorum çünkü vaktim kalmıyor. Yeni çıkacak kitaplar, baskıya gidecek defterler, kontroller var. Bunun şanstan çok niyet ve gayretle alakası var.
Sizinle söyleşi yapmak için uygun zaman ayarlarken dahi yoğunluğunuza biraz şahit oldum. Yine de teklifimizi reddetmediniz. Allah zamanınızı bereketlendirsin.
Ben yapabileceğim bir şey varsa onu yapmaya çalışıyorum. Mesela şu başıma çok gelmiştir: Belediyeler, kurumlar seminere çağırıyor. Salonda bazen birkaç kişi oluyor. Oraya gelmek için ben kaç saat yol gelmişim, vakit ayırmışım ama ben hep şöyle baktım: Salonda yüz kişi olur ama kimseye ilham olmazsın, belki 5 kişi olduğunda birinin hayatına dokunursun. İşte o zaman benim vaktim bereketli geçmiş olur. Kime neyin ilham olacağını ben bilemem, belki de bana olacaktır.
Yani evet ben Tanzanya’da elimin değdiği yerlere katkıda bulunmaya çalışıyorum ama onların da bana katkısı var. Katkıdan kastettiğim şeyler daha çok kendi karakterimle alakalı farkındalıklar oluyor. Mesela törpülemem gereken bir özellik veya değiştirmem gereken bir şey. Mesela ben eşimle olan evliliğime de öyle bakıyorum. Elhamdülillah uyumlu bir evliliğimiz var. Tabii ben ara ara bir Türk kadını olarak atarlanabiliyorum, o da Masaili bir eş olarak beni sineye çekebiliyor. ☺
Genelde Türkler yardım faaliyetleri kapsamında bir ülkeye gittiğinde; insanlar bizim oraya her şeyi bilen olarak gittiğimiz ve onlara öğrettiğimiz düşüncesine kapılabiliyorlar. Bana şöyle bazı mesajlar geliyor “Sevde abla oradakilere dolma yapmayı öğretsene.” Onlarda biber, yemeğin yanına sos diye kullanılıyor. Bu benim kültürüm, o onun kültürü niye ona öğretmek zorundayım? Biz dünyanın en iyi yemeğini yapıyoruz ve onu öğretmek zorundayız (!) Mesela geçen de biri yazmış ki “Sevde Hanım neden çatal bıçakla yemeyi öğretmiyorsunuz?”. O onun kültürü, neden müdahale edelim? Biri gelip bize Anadoludaki kadınlara şalvar yerine pantolon giymesini söylese hoş olmaz. Avrupalının Afrikalılara yaptığını kültürlerine, hayat tarzlarına müdahale ettikleri için baskı olarak görüyoruz ama farkında olmadan biz de bazen aynısını yapıyoruz. Onun bambaşka bir hayat tarzı, kültürü var. Biz kendimizi biraz daha öğretici, tepeden görüyoruz. Bu bakış açısıyla bazen insanları istemeden incitiyoruz.
Örneğin 15 metrekarelik evlere ziyaretlere gidiyorlar. İnsanlar orada yaşayanlar için çok üzülüyor. Bunu da aşırı belli ediyorlar. Ev sahipleri de gelenlerin bu tavırlarını anlamlandıramıyor çünkü bu insanların normali o. Daha iyi bir evin eksikliğini hissetmiyor, çünkü öyle bir evin varlığından haberi yok. Biz kurtarıcı değiliz, biz burada paylaşmakla görevliyiz. Benim öğreneceklerim var, ben onları öğreneceğim. Sevde olarak benim sorumluluğum kendi tekâmül yolculuğumda eksiklerimi gidermek. Allah benim elim vasıtasıyla birine bir şeyi ikram ediyorsa o ikram benden değil. Sadece benden geliyor ve geçiyor. Biz bir yerlere yardım götürürken bir şeyleri onlara dikte etmeye ve onların hayat tarzını tamamen değiştirmeye gitmiyoruz. Beraber hayatı paylaşmaya gidiyoruz.
Yani Sevde Sevan olarak sizin tekâmül yolculuğunuzda Afrika’dan alacaklarınız varmış…
Allah alabilmeyi nasip etsin. Ben öyle inanıyorum, vereceklerim için değil alacaklarım için buradayım. Herkes kendi eksiğini tamamlamak için bir yerde. Bu alabilme meselesi herhangi bir yerde olabilir. Sevmediğiniz bir iş arkadaşınız, zorlayan bir öğretmen…Allah orada fark edebilmeyi nasip etsin. Hep aynı şeyler başımıza geliyorsa almamız gereken bir şeyi almamış olabiliriz. Bana soruyorlar “”Bundan sonrası için planınız ne?” diye. Buraya gelirken bir planım yoktu, burada yaşarken bir planım yok, bundan sonrası için de yok. Allah hayırlısını nasip etsin. Tabii ki hedeflerim, hayallerim var.
Duam odur ki benim bu dünyadaki Sevde olarak sorumluluğum neyse, nerede bulunmam gerekiyorsa, hayırlı olan neyse Allah onu yapmayı bana nasip etsin. Kalbimizden geçenler onlarla uyumluysa Allah hızlandırmayı nasip etsin. Yok uyumlu değilse uyumlu olanları nasip etsin. Bu dualarla buralara kadar geldik. Dua çok önemli. O yüzden ne dua ettiğimize çok dikkat etmek lazım. Allah korusun ondan sonra pişman olacağınız bir duanız kabul olur. Bunu ben yaşadım. İnanırsanız eğer Allah verir. Ben çok kısmetli olduğuma inanırım. Tabii benim de çok sıkıntı çektiğim zamanlar oldu ama Allah’ın verdiklerine bakıyorum, hepsi ikram, şükrediyorum.
Bir de ailenizin küçük üyeleri, çocuklarınız var. 😊
Ben köye ilk gittiğimde Nana ve Gaylepi ikisi de 1-1.5 yaşındaydı. Ben köydeyken köyün bütün çocukları benim yanımdaydı. Çocuklar hep benimleydi, 6-6.5 gibi kalkıp kapımın önüne geliyorlar, beraber bahçeye gidiyorduk. O dönemde de Nana ve Gaylepi’yle farklı bir gönül bağımız vardı. Bir keresinde Gaylepi 4 yaşındayken koşup boynuma atladı, kalbi öyle bir heyecanla atıyordu. Hiç unutmuyorum, annesi gelip “Seni çok seviyor, al onu Türkiye’ye götür.” demişti. 1 yıl sonrası annesi vefat etti. O sözleri bana vasiyeti gibi oldu. En küçüğü 3 aylık 5 çocuk bıraktı arkasında. Büyükler kendilerini kurtardı, küçükleri akrabalar sahiplendi, Gaylepi tek kaldı ortada. Nana da hep benimle uğraşırdı, gelir eteğime yapışırdı. Onun da babası yoktu.
Oradaki çoğu çocuk okula gitmiyor, sürülere bakıyordu. Biz o zaman şehre taşınacaktık. Eşime önce yanımıza Nana’yı alalım, okula gitsin, yanımızda büyüsün diyordum. Elhamdülillah, 2 yıl oldu şimdi, Nana çok hızlı bir şekilde Türkçe öğrendi. Sonra beraber Türkiye’ye gittik. Ama aklım da hep Gaylepi’de kaldı çünkü o köyde tek kalmıştı. Çok şükür Allah nasip etti, 1 yıl önce o da geldi. 4 kişilik bir aile olduk. İkisi de beni yaklaşık 10 yıldır tanıyorlar. Böyle olunca muhabbet dolu bir uyum sürecimiz oldu. Nereden nereye diye düşünüyorum bazen. Safari fotoğraflamaya geldiğim ülkede şimdi 4 kişilik bir aile olduk. İnşallah birkaç yıl sonra da aynı bu şekilde hayırla yâd edeceğim yeni şeyler olur.
Anladığım kadarıyla evlenmeden önce de sık sık yurt dışı seyahatleri yaptığınız hareketli bir hayatınız varmış. Anca yine de alıştığınız bir hayat ve konfor var. Konfor belki de pek çoğumuz için üzerine konuşmadığımız, düşünmediğimiz bir put. Siz bütün konforunuzu bırakıp nasıl Afrika’ya yerleştiniz?
Aslında yaşla beraber insanın hayattan beklentileri de değişiyor. 20 yaşımda hayattan ya da evlilikten beklentim ile 40 yaşında eşimle evlendiğim zamanki beklentilerim aynı değildi. Her yaşta bir şeyler değişiyor. 20 başka, 30 başka ama 40 gerçekten bambaşka. 40 yaş bir aydınlanma. 50 daha da bir değişik arkadaşlar, Allah 60’ları da görmeyi nasip etsin. 18 yaşında bir ilişkiden en büyük beklentimi sorsalar huzur demezdim ama şimdi huzur ve muhabbet. Ben eşimle evlenirken 40’ı geçmiştim. Dedim ki merhametli, muhabbetli, sorumluluk sahibi ve kıymet bilen bir insan olsun. Hep aynı şeyi söylerim; fakültede bir arkadaşımın anneannesi hep “Kıymet bilenlerin olsun.” diye dua edermiş. Birinin yaptığın iyiliğin farkına varması, kıymetini bilmesi aynı şekilde senin de sana yapılan iyiliğin kıymetini bilmen çok önemli.
35 yaşımdan beri ettiğim duadır: “Allah kıymet bilenlerle karşılaştırsın, beni de kıymet bilenlerden etsin.” Ama bu 18 yaşımda hiç aklıma gelebilecek bir şey değildi. O zaman gezeyim, göreyim, iyi bir kariyerim olsun, kendimi geçindirebilecek maddi gücüm olsun diyordum. Bunlar önemsiz değil tabii ki ama öncelikler değişiyor. Mesela 25-30lu yaşlarda ister arkadaş olsun ister eş olarak olsun, bir insanla iyi ilişki kurabilmek için entelektüel bir karaktere sahip olup olmasının çok önemli olduğunu düşünürdüm. Benim eşim ilkokul mezunu bile değil. Entelektüel birikim bir insanın insanlığına katkı sağlamıyorsa bilgi yükünden başka bir şey olmuyor. Sonuçta yaptığımız her şey daha iyi bir insan, daha iyi bir kul olmak için öyle değil mi? “Tüh ya geçti gitti.” demeyeceğimiz bir ömrümüz olsun diye hepsi.
Ben dua ederken bir şeye bağlı dua etmemek gerektiğini düşünüyorum. Mesela “Rabbim bana zenginlik ver.” duasını zengin olduğunda çok yardım yapabileceğini düşünerek ediyorsun belki ama hayır, senin yardım yapabilmen zengin olup olmamana bağlı değil. Tamamen Allah’ın sana onu nasip etmesine bağlı. Allah onu sana sonsuz seçenekle nasip edebilir. Ben Türkiye’deyken çok şükür halim vaktim yerindeydi. Tek başıma her şeyimi karşılıyordum, zengin değildim ama gezebiliyordum. Allah hiç aklımda olmayacak bir şekilde pek çok hayra vesile olmayı nasip etti. Ben şu anda nerede ettiğim duanın kabul olduğunu biliyorum. Doğu veya Güneydoğu’da belediyenin bir anaokulu açılışı vardı. Ben de haber için oraya gitmiştim. Avrupa’da büyüyen birisi annesi ve babası için anaokulu yaptırmış. Annesi ve babası da o gün o toplantıdalar ama haberleri yok. Onlara sürpriz yaptı. Hiç unutmuyorum o zaman o kadar çok ağladım ki. “Allah’ım, bana da insanların kalplerine dokunmayı nasip et.” dedim. Herkes geriye dönüp baktığında duasının nerede kabul olduğunu bilir. Allah aklıma, hayalime gelmeyecek kapılar açtı. Ben de artık Allah’tan bir şey isterken o sonuca sebep olacak aracıları istememeye çalışıyorum. Ben kendimi bildim bileli “Çocuklar için güzel işler yapmayı nasip et.” diye dua ettim. Önce 20 yıl çocuk yayıncılığı yaptım ve çocuklarla birebir çalıştım.
Şimdi de Tanzanya’daki çocuklarla beraberim ve hayatımda iki yeni çocuk var. Allah seni Tanzanya’ya getirir, oradan alır başka yere de götürür ya da seni sabit tutar başka şeyleri sana getirir. Dua ederken biz bir şeylerin bir şeylere bağlı olduğunu düşünüyoruz; o şeyler o şeylere bağlı değil. Bir sebep için dua etmek çok yanlış çünkü Allah o sebebi verir ama sonuç hâsıl olmayabilir. Neyi hangi yolla vereceğini Allah bilir. Bana çok fazla “Sevde Hanım siz çok şanslısınız, biz o kadar şanslı değiliz.” diyorlar. Benim senden, senin benden farkın yok. Farkımız varsa niyet farkımız var. Ben denemekten korkmam. Bir dene, olmadı mı, bir daha dene bir daha dene. Üç beş kere denedikten sonra olmadıysa da “Bana uygun bir şey değil, bana uygun başka bir şey var.” dersin. Bizim bahanemiz çok fazla, bir taraftan istiyoruz ama bir taraftan da o kadar da istemiyoruz. Gerçekten istiyor olsak bu bahanelerimiz olmaz.
Üniversite ve radyoculuk yaptığım dönemde kitap benim hayatım gibiydi. O dönemde tesettürlüyken bir işte çalışmak ve kendini tamamen geçindirmek çok zordu. 20li yaşlarda ben 3 iş yapıyordum. Biriyle kirayı ödüyordum, biriyle yemek alıyordum, biriyle de kitap alıyordum. Aynı kıyafetle aylarca işe gittiğimi bilirim ki benim ailem çok zengin bir aileydi. Ben öyle yaşamayı tercih ettim. Her şey senin tercihinle alakalı; tercih ediyorsun ve sonucuna katlanıyorsun. Risk almadan, zorluklara katlanmadan hayallere ulaşmak mümkün değil.
Tecrübelerinizden ve düşüncelerinizden çok faydalandık. Çok teşekkür ederiz. Allah razı olsun.
Ben teşekkür ederim, sizden de.
Yorum yok! İlk sen ol.