“Esasen Kuran-ı Kerim’de eski kavimlerin başlarına gelen uyarıları alaya almaları ve başlarına gelen azapların bahsedildiği birçok ayeti kerimeyi okuyunca durumun ürpertici yanını fark ediyor insan. Ya başımıza gelenler yaptıklarımızdan ötürü tövbe etmemiz adına bir fırsat ve uyarı mahiyetinde ise ve biz de bunu idrak edemeyecek kadar olayı ciddiyetsizleştirdiysek”.
Konuşulası ne çok konu var yazılası ne çok kağıt… Ben anlatacaklarımı hal dilimle anlatayım, sizler satır aralarından söyleyemediklerimi anlatamadıklarımı de anlayın isterim. Gönülden gönüle köprülerden geçen bir yazı olsun bu yazı, öylesine sohbet eder gibi yapalım sizinle.
Bazı vakitler öyle cümlelerle karşılaşırsınız ki, az ama öz dediğimiz türden, öyle alengirli cümlelerden uzak, alelade söylenivermiş gibi ama mahiyeti ve manası o derece derin. Yunus Emre’nin şiirlerini okurken böyle bir hissiyata kapılırım. Uzun uzadıya anlatılabilecek, üzerine sayfalarca yazılar yazılabilecek bir meseleyi öylesine arıtılmış, damıtılmış bir haliyle sunar ki bize, ‘Subhanallah, bundan sonra söyleyeceklerim laf ü güzaf!’ demekten kendimi alamam.
Hak bir gönül verdi bana hâ demeden hayrân olur
Bir dem gelir şâdî olur bir dem gelir giryân olur. **
İki dizeyle, halden hale giren şu iç dünyamızı nasıl da güzel özetleyivermiş! El-Kabız ve El-Basıt esmalarının bizdeki tecellisi kabz ve bast hallerini anlatmış sanki. Ne ifrata ne tefrite varması istenen, havf ve reca yani korku ve ümit arasındaki bir Müslümanın dengeli ve itidalli halini anımsattı bu beyit bana. Bazen şâdî bazen giryân, ne büsbütün dünyevi ne de büsbütün ruhban. Olması istenen tam manasıyla ‘İnsan’. Bu mesele uzar gider. İtidal mevzusu aklınızda kalsın, isterseniz biz meselemize dönelim.
Evden çıkamadığımız ibret alınası şu günlerde yoğun gündemin de tesir ettiği sosyal mecralardaki hallerimizi düşünme fırsatım oldu. Üç dört gün sosyal medyayı etkin bir biçimde kullanımım sonucunda içimde hissettiğim, yoğunlukla yoğrulmuş bir bıkkınlık haliydi. O kadar çok kişinin her konu hakkında söyleyeceği o kadar çok şey var ki… İnsan, maruz kaldığı bu kelime kalabalığından kaçıp, sessiz bir köşeye çekilip bir lahza inziva halini arzuluyor.
Birbirini tekrar eden ve hızlı tüketilmelik konuşmalar yığını, saatlerce-sayfalarca süren ve bir yere varamayan tartışmalar, insanların bilgisi olmayan konularda dahi söz söyleme ve hüküm verme yetkisinin kendilerinde bulma cüretleri ve daha nicesi… Bu konuşma kalabalığı arasında fark ettiğim birbirine iki zıt hal var ki bahsettiğimiz denge halinden bir hayli uzaklaştırıyor insanı. Biri her konu ve durumdan alay ve güldürü malzemesi yapma çabası, diğeri ise büsbütün ümidi kaybedip yeise düşme ve korku hali. İki gündür zihnimde olan bu iki zıt durumdan ilkini sizlerle konuşup hasbihal etmek isterim.
Muhtemelen sizler de aşinasınızdır, gündemdeki herhangi bir konuyu, sonucu nereye varır düşünmeksizin alay ve güldürü malzemesi yapma çabasındaki ‘trol’ hesapların paylaşımlarından. Esasen bu durum son günlere has bir durum değil. Sokakta, sınıfta, otobüste, whatsapp gruplarında ve hatta kendi evinizde dahi insanlar sizi ellerindeki minik kameralarla kayıt altına alıp mahreminizi hiçe sayarak sizi değişik platformlarda güldürü malzemesi yapabilir. Burada kastettiğim yanlış anlaşılmasın, tümden bu hesapları kapatalım, herkesi ciddiyete davet edelim demek istemiyorum.
Efendimizin(sav) hayatına baktığımızda yaptığı şakalarla kaynaklarda adı geçen Nuaymân b. Amr ile aralarındaki ilişkiyi, Efendimizin (sav) ve sahabenin onun şakalarına güldüğü hadiseleri de biliyoruz. Fakat kastettiğim yukarıda da bahsettiğim gibi itidal hali. Bazen dozajı kaçırıp neye, ne kadar güldüğümüzü ve bu durumdan kimlerin nasıl etkilediğini unutabiliyoruz sanki. Bu komik olma uğruna girdiğimiz yarışı düşünürken fark ettiğim iki temel mesele oldu.
İlk olarak, alaya aldığımız durumun belki de bize imtihan veya uyarı mahiyetinde olabileceğini fakat durumu tiye aldığımız için bunu yeterince idrak edemediğimizi fark ettim. Yani, başımıza gelen bu musibetle alakalı ortada güldürü malzemesi olarak o kadar çok video, tweet, fotoğraf vb. dolaşıyor ki belki de asıl meseleyi kaçırıyoruz. Esasen Kuran-ı Kerim’de eski kavimlerin başlarına gelen uyarıları alaya almaları ve başlarına gelen azapların bahsedildiği birçok ayeti kerimeyi okuyunca durumun ürpertici yanını fark ediyor insan. Ya başımıza gelenler yaptıklarımızdan ötürü tövbe etmemiz adına bir fırsat ve uyarı mahiyetinde ise ve biz de bunu idrak edemeyecek kadar olayı ciddiyetsizleştirdiysek. Allah muhafaza…
Fark ettiğim ikinci mesele ise yapmış olduğumuz paylaşımlarla isteyerek yahut istemeyerek birileriyle alay ediyor oluşumuz oldu. Şu sıralar 65 yaş üstü ile ilgili yapılan ve rencide edici seviyeye varan videolara rast gelmişsinizdir diye düşünüyorum. İnsanların üzerine ağ atmalar, su ile ıslatmalar, nefret söylemine varan paylaşımlar… Fakat bu, ne iki üç günlük bir mesele ne de 65 yaş üstüne has bir durum. Sosyal medyada yapılan eylemler zihnimizde sanallaşıyor mu nedir, sanki oradaki davranışlarımızdan sorumlu değilmişiz yanılgısına kapılabiliyoruz. Gerçekten de bu platformları hesap verilme mevzusunda dışarıda tutabilir miyiz? Kuran-ı Kerim’de Hümeze Suresi’nin ilk ayeti kerimesinde şöyle buyruluyor: ‘İnsanları çekiştirip, kaş göz işaretleriyle alay edenlerin vay hâline!’
Dönemin etkisiyle eylemlerin yapılma yolu ve şekli değişebilir, günün rutin bir parçasına dönüşen davranışlarımız, gözümüze masumane ve ufak gelebilir. Fakat ben bazı mecralarda çok sık rastladığımız, insanların izni alınmaksızın onlara dair paylaşımlar yapmak, gülüp alaya almak ve bunları başkalarıyla da paylaşmak gibi davranışlardan da sorumlu olduğumuzu düşünüyorum. Vakti gelince, hesaplar dürülünce olayın mefulü failinden hak ister mi? Allahualem…
Bunca söylediğim söz evvela nefsimedir. Rabbim bizleri itidalli kullarından eylesin, fark ederek veya etmeyerek hoşnut olmayacağı bir hal üzerinde olmaktan bizleri muhafaza eylesin. Her halimizi rızasına uygun ölçüde yaşamayı nasip etsin. Aşırılıklara kaçmadan, mutedil bir hal üzere.
Tesnim
KAYNAK
*İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır- İsmet Özel
**Yunus Emre Divanı, DİB Yayınları (2016) Sayfa: 125/26
Yorum yok! İlk sen ol.