Kadın meselesi her zaman bir tartışma konusu olma özelliğini koruyor ve muhtemelen hep koruyacak. Bu meseleyi tartışan kadınlar da hep var ve var olacak haliyle. Fatih Altuğ’un editörlüğünü yaptığı ve Turkuvaz Yayınlarından çıkan Kadınların Hafızası dizisi de, bu meseleyi tartışan kadınların eserlerini bir araya getiriyor ve tam da isminden anlaşılacağı üzere kadınların hafızasını yokluyor. Bu seride daha önce Fatma Aliye’nin Udi, Refet ve Levayih-i Hayat isimli eserleri ve Emine Semiye’nin Terbiye-i Etfale Ait Üç Hikaye, Gayya Kuyusu ve Mükafat-ı İlahiye isimli eserleri yayımlanmıştı.
Bu yazının konusu ise şubat ayında yayımlanan “Öncü Müslüman Kadınlar” isimli derleme. Bu derlemede Fatma Aliye’nin Namdaran-ı Zenan-ı İslamiyan biyografi çalışması ve bir tiyatro oyunu olan Sabiha’sı; Emine Semiye’nin Bağdat Hatun ve Dilşad Sultan isimli iki bölümden oluşan Emir Çoban Kızları yahut İki Kadında Aynı Talih ile Kıymet-i Nisviyet isimli hikayeleri ve Fatma Şadiye’nin Peygamberimizin (s.a.v.) yakın çevresindeki kadınları anlattığı metinler yer alıyor. Fatma Aliye, Emine Semiye ve Fatma Şadiye yazdıkları eserlerle kadın meselesine kendi pencerelerinden bakmakla kalmıyor, kadınların tarihini de adeta yeniden yazıyorlar. Bize de onların peşine düşmek kalıyor tabii.
Öncelikle bu derlemede benim ilgimi en çok çeken çalışmanın sahibi Fatma Aliye ile başlamak istiyorum. Namdaran-ı Zenan-ı İslamiyan (Meşhur Müslüman Kadınlar), iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde yönetici konumdaki yahut bu konuma yakın kadınların yaşamları yer alırken ikinci bölümde şair kadınların yaşamları yer alıyor. Her iki bölümde de peygamber ve dört halife döneminden, Emeviler döneminden, Abbasiler döneminden, diğer hanedanlıklar ve Osmanlı döneminden kadınlar anlatılıyor. Fatma Aliye, her bir dönemin toplumsal koşulların birçok cepheden anlatıyor ve dönemin kadınlarını daha iyi anlama fırsatı sunuyor. Böylece kronolojik işleyen bu eseri okurken Müslüman kadınlar ile tarihi bir yolculuğa çıkıyoruz diyebilirim.
Fatma Aliye, 1839 yılında Chicago Dünya Fuarı’na gittiğinde orada Batılı kadınlarla karşılaşıyor. Hatta ABD kadın hareketinin önemli temsilcilerinden Bertha Palmer ve Frances Willard ile sohbet ediyor. Bu sohbetin ve fuarın neticesinde ise Batılılara Müslüman kadınların hikayesini anlatma ihtiyacı hissediyor. Fakat Fransızca yapmaya niyetlendiği bu çalışmayı, önce kendi halkına sunmaya karar veriyor. Zira, Fatma Aliye’ye göre “Müslüman kadınların düşmüş olduğu cehalet uçurumundan kurtulmaları”, ancak tarihimizdeki kadınların hatırlanması ve onların ayak izlerinin takip edilmesiyle mümkün. Tabii yürüyerek değil, koşarak. Ayrıca Fatma Aliye’ye göre ilim ve fenle meşgul olacağımız ve bu alanda etkin rol oynayacak duruma gelmemiz, Batılıların düşündüğü gibi yoktan var olan bir durum değil, bir yenilenmedir. Fatma Aliye, tüm bu düşüncelerini bizzat yaşamış olan Müslüman kadınlarla göstermek üzere Malumat gazetesinde Namdaran-ı Zenan-ı İslamiyan isimli tefrika çalışmasına başlıyor. Ve adeta haykırıyor: “İşte, tarih meydanda!”
Evet, işte, tarih meydanda! Bu tarihte, toplumda son derece saygın yeri olan, iyi eğitimli, ince zevkli, zeki ve yardımsever kadınlar var. Tabii sahip oldukları özellikler bununla kısıtlı değil, her biri dini hassasiyetlerinin son derece yüksek kadınlar. Bu tarihte, dünyevi şeylerden uzaklığıyla hafızalarımızda yeri olan Hz. Fatıma’nın (r.a.) babasının mirasından hakkını talep etmesi, Resulullah’ın (s.a.v.) “Biz peygamberler miras bırakmayız, bizim bıraktıklarımız sadakadır.” (Buhârî, “Meġâzī”, 14, 38; “Ferâʾiż”, 3, “İʿtiṣâm”, 5) hadisini öğrenince talebinden vazgeçmesi var. Kadınların haklarını bilmesi ve bu hakkı talep etmesinden imtina etmemesinin yeri var. Bu tarihte, haftada bir köle azat etmesiyle öne çıkan, şiir seven, son derece zeki ve kendisini yardıma ihtiyacı olan herkesin hamisi kabul eden Ümmü’l – Benin Bint-i Abdülaziz var. Yaptığı bir şakanın günah olmasından endişelenip kırk köle birden azat ettirecek dinî hassasiyeti var. Bu tarihte, ekonomik durumu elvermediğinden evlenemeyen gençlerin, su kıtlığı olan şehirlerin imdadına koşan Ümmü Cafer Zübeyde var. Bu tarihte, sözü bütün güzelliğiyle söylemesini bilen, zekası ve ilmiyle hatırlanan Uleyye var. Bu tarihte, taze sebze yesin diye develere saksı taşıyacak bir anlayışa sahip, Mısır’ın seçkin medreselerinden Medrese-i Ümmü’s Sultan’ı yaptıran Ümmü Sultan var. Bu tarihte, ihtiyacı olan her kadın gidebilsin diye bir “kadın sığınma evi” yaptıran Tizkarbay var. Bu tarihte, kendisine hayran bırakan ne kadınlar var!
Emine Semiye ise Moğol istilası zamanında Emir Çoban soyundan gelen iki akraba kadının, Dilşad Sultan ve Bağdat Hatun’un ilişkilerini ana merkeze aldığı Emir Çoban Kızları yahut İki Kadında Aynı Talih isimli uzun hikayesi ile dikkat çekiyor. Zira bu tarihi olayda rol oynayan kadınlar Emine Semiye’den önceki kaynaklarda işbirlikçi ve kıskanç olarak gösterilirken, Emine Semiye anlatısında direnişçi kimliğe sahip oluyorlar. Kıymet-i Nisviyet isimli kısa hikayesinde ise Yavuz Sultan Selim’in sarayda eğlence hayatına düşkün hale gelip otoritesini yitirdiğinde, annesinin oğluna ettiği müdahaleyi anlatıyor. İki farklı tarihi olayı yeniden ele alan Emine Semiye, önceki çalışmalardan farklı bir yol izleyerek ve farklı bir gerçekliği ortaya koyarak yeni bir tarih yazımı gerçekleştiriyor.
Kitapta derlenen son metinler ise Fatma Şadiye’ye ait. Fatma Şadiye, peygamberimizin yakın çevresindeki kadınların hayatlarını Hanımlara Mahsus Gazete’de yazdığı risaleler ile anlatıyor. Bu risalelerde sırasıyla Hz. Amine, Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Ümmü Habibe ve Hz. Fatıma’yı (r.a.) konu ediniyor. Bu risalelere dair en takdir edilesi özelliklerden, biri risalelerin büyük bir özen ve saygıyla isimlendirmiş olması. Bunları tek tek saymak gerekirse; Hz. Amine (r.a.) konulu risalesini “Valide-i Muhtereme Hazret-i Fahr-ı Alem Sallallahu Teala Aleyhi Vesellem”, Hz. Hatice (r.a.) konulu risalesini “Zevce-i Muhtereme Hazret-i Fahr-ı Alem Sallallahu Teala Aleyhi Vesellem, Ümmü-l Müminin Hazret-i Haticetü’l-Kübra Radiyallau Teala Anha”, Hz. Ümmü Habibe (r.a.) konulu risalesini “Zevce-i Muhtereme Hazret-i Fahr-ı Alem Sallallahu Aleyhi Vesellem, Ümmü-l Müminin Hazret-i Ümmi Habibe Radiyallahu Teala Anha” ve Hz. Fatıma (r.a.) konulu risalesini de “Kerime-i Muhtereme-i Hazret-i Fahr-ı Alem Sallallahu Aleyhi Vesellem Seyyidetü’n – Nisa’ül-Alemin Hazret-i Fatımatü’z-Zehra El-Betül Radiyallahu Anha Teala” şeklinde isimlendiriyor.
Daha başlıkları okurken bahsi geçen hanımların izzetleri hissediliyor, insanın içini sarıyor. Risalelerin bir diğer takdir edilesi özelliği ise oldukça kapsamlı olması. Risalelere konu olan hanımların Hz. Muhammed (s.a.v.) ile arasındaki annelik, eşlik ve kız evlatlık ilişkilerinin nasıllığını anlattıktan sonra her birinin sahip olduğu erdemler ve nasıl da güçlü kişilikler olduğu ortaya koyuluyor. Örneğin Hz. Hatice’nin (r.a.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile olan ilişkisi ve ona olan daimi desteğini anlattıktan sonra Hz. Hatice’nin (r.a.) zekası ve anlayışlılığı gibi özellikleri üzerinde duruyor. Yine Peygamberimizin (s.a.v.) hanımlarından Hz. Aişe (r.a.) ile Peygamberimiz (s.a.v.) arasındaki kuvvetli ilişkiyi anlattıktan sonra Hz. Aişe’nin (r.a.) alim yönüne dikkat çekiyor, Urvet bin Üzeyne’nin (r.a.) Hz. Aişe (r.a.) için “Ben gerek ahkam-ı Kur’aniye’de gerek fıkıh ve feraizde ve tıpta ve Arap’ın ilm-i eş’ar ve ensabında Hz. Aişe’den a’lem kimse görmedim.” demesine yer veriyor.
Fatma Aliye, Emine Semiye ve Fatma Şadiye’nin peşinden Müslüman kadınların peşine düşmek son derece keyifli. Tüm bu eserlerin birlikte derlenmiş olması ve bazılarında ortak hikayelerin farklı şekilde anlatıldığını görmek, farklı yorumlara şahit olmak eseri son derece dinamik kılıyor. Bununla birlikte hem biyografi çalışmalarına, hem tiyatro oyunlarına hem de hikaye ve novellalara yer verilmesi okura farklı edebi türlerle harmanlanan Müslüman kadının tarihini sunuyor. Neticede bu kıymetli üç kadının, Müslüman kadın deneyimlerini yeniden anlattığı, yeni bir tarih yazımı gerçekleştirdiği anlatıları okurken düşünmek, düşünmek ve düşünmek mümkün oluyor.
Zeynep Hilal Demirci
Image by rawpixel.com on Freepik
Yorum yok! İlk sen ol.