“Bak, ben sana kendimi anlatacağım; sen de belki ne kadar benzediğimizi, neler hissettiğimi anlayacaksın. Ama en nihayetinde, yazarak ve okuyarak tamamlayacağız birbirimizin eksiklerini.”
Ehl-i Sünnet bir ailede yetiştim elhamdülillah. Ailem beni İslam ahlakı üzerine yetiştirmeye çalışırken Allah’ın bana sunduğu özgürlüğü de elimden almadı. Bana İslam’ı sevdirmeye çalıştı ama kapanmak da açık olmak da hep benim elimde gibi göründü.
Bundan dört beş yıl önce, belki de daha fazla, tam liseye başlayacağım zamanlardı. SBS’den çıkmışım, güzel bir puan da almışım. Hangi liseye gitmeliyim, diye bir dert sardı beni. Ailem İmam Hatip’e gitmemi isterken ben Anadolu lisesine gitmek istiyordum. Aslında İmam Hatip’e gitmeyi de çok istedim ama puanım öyle bir yerdeydi ki puanım ile aynı kulvarda evimin yakınlarındaki herhangi bir semtte bir okul yoktu. Kendi seviyemden daha düşük bir okula gitmem gerekecekti, ben de bunu istemedim haliyle, kim isterdi ki? Anadolu Lisesi yazdım ve geldi ama bazı sonuçlarının beni bu kadar etkileyeceğini bilemezdim.
O zamanlar “türban yasağı” vardı. Gözüme hep yarı yola kadar kapatıp sonra açmak kötü görünürdü. Eğer kapanacaksam hiç okumam daha iyi, diye düşünürdüm. Ya da liseden sonra kapanırım, derdim kendi kendime. Kapanmam gerektiğinin bilincinde ama açık olarak lise hayatıma devam ederken yıllar geçti ve bu sefer de beni hangi üniversite olsun derdi sarmaya başladı. Aslında stres yapmam için hiçbir sebep yokken birden dershaneler kapatılmaya başladı ve biz temel lise mi yoksa okul kursu mu döngüsünde kendi kendimizi yiyip bitirdik. İkisi de daha önce denenmemişti ve sistemin nasıl sonuçlar doğuracağını bilmiyorduk.
Boğaziçi’ni istiyordum ama daha önce ne okulu görmüştüm ne okulun ortamını biliyordum. Okula dair hiçbir şey bilmeden sadece Boğaziçi istedim. Boğaziçi’ni neden istediğimi, aklıma nereden geldiğini bile bilmiyorum. O kadar bilmiyorum ki bunun tamamen Allah’ın gönlüme koymasından kaynaklandığını çok sonradan fark ettim. Bu uğurda yazın bile ders çalıştım, çoğu şeyden fedakârlık ettim; televizyon seyretmedim, bilgisayar kullanmadım, telefonu sadece soru atmak için kullandım, dışarı çıkmadım, gezmedim, arkadaşlarımla takılmadım.
Lisede bir hocamız vardı, derdi ki “Ders çalışan insanın gözlerinin feri sönük olur kendini belli eder, 5 saat uykuyla hayatta kalabilir.”. Lise sona geçtiğimde artık ne kadarda o hocanın söylediklerine benzediğimi fark ettim. Gece gündüz ders mi çalışıyordum? Hayır. Günde 1000 tane soru mu çözüyordum? Hayır. Peki, benim tipimi bu kadar kaydıran neydi? Yaptığım stres mi? Aslında kafamı sadece sınava odaklamamdı. Hayatımda sadece sınav varmış gibi davranmamdı. Ders çalışmıyorsam bile uyuyordum ya da kitap okuyordum. Kafamı dağıtacak, öğrendiklerimi unutturacak şeylerden uzak duruyordum. Kendi kendime öğrenme stilimi keşfettim.
Sonra Kasım ayı geldi çattı. Aynı sonlarına doğru çok sevdiğim bir arkadaşımın annesi vefat etti. Bu beni o kadar derinden sarstı ki, çalıştığım, uğruna vakitlerimi harcadığım soruların, Boğaziçi’nin, yaptığım bütün işlerin ne kadar boş olduğunu fark ettim. Çünkü gerçekten de öyleydi, BOŞ. Hayatta sağlık olmayınca, onun şükrünü eda edemeyince Boğaziçi’ni kazanmışsın, bu hayatı yaşamışsın ne olur ki? Çok düşündüm. Sonunda namaz kılmanın, oruç tutmanın, Kur’an-ı Kerim okumanın yaptığım tüm dünyevi işlerden daha hayırlı olduğunun idrakine vardım. Ve aynı dönemde, sadece bir ay sonra kendi amcamı kaybettim. O kadar sarsıldım ki, amcamı kaybetmek değildi beni yıkan, ölümün varlığıydı. Ölüm bir gün hepimizi zaten alacak, ama nasıl alacak ve biz ne yapmış olarak bu dünyadan gideceğiz?
Bu kadar çok şey öğrenmeye çalışırken aslında ne kadar cahil olduğumu fark ettim. İslami ilimlerde ne kadarda eksiktim, beynimden vurulmuşa döndüm. Okumaya ve kendimi geliştirmeye başladım. Ama bu o kadar hızlı bir şekilde gelişti ki aynı zaman da ders çalışmaya devam ettim. Ne kadar çok hata yaptığımın farkına vardım, tövbe ettim. Her şeyin farkına vararak Rabbim’e şükretmeye başladım, Kur’an- ı Kerim’i daha iyi okuma gayretine girdim. Artık Kur’an benim sığınacak limanım olmuştu. Bu arada Boğaziçi’ni de istemeye devam ettim. “Rabbim sen bana hayırlısıyla Boğaziçi’ni nasip et, eğer hakkımda hayırlısı değilse sen kalbimden soğut, hayırlısıysa kalbime sevdir. Rabbim sen duaları hakkıyla işiten bilensin bana hayırlı bir ömür nasip et, hayırlı bir üniversite hayatı nasip et ve beni Müslüman olan kullarından eyle.” diye çok dua ettim.
Ders çalışmaktan daha çok ibadet ettim, tövbe ettim, dua ettim.
“Olmuyor.” diyordum bazen, “hayatta istediğim hiçbir şey olmuyor.” olmayan şey neydi? Meğer yaşadıklarımın dünyevi oluşuymuş. Arzularımın, nefsimin tatmin olmayışıymış, ne kadarda acizmişim.
Bu yazıyı yazarken tekrar o zamanlara döndüm ve gözümden birkaç damla yaş akmadı değil. Elhamdülillah ki Müslümanız. Ve benim derdim o zamana kadar daha iyi bir üniversite, daha iyi bir hayat ya da daha çok parayken ümmet oldu, iman oldu. Boğaziçi olurdu ya da olmazdı orası tamamen Allah’ın bana nasip ettiği hayata bağlıydı, bunu bilemezdim ama nerede olursam olayım, orada Allah’ın razı olacağı işlerde bulunabileceğimi bildim. Boğaziçi’ni kazanırdım ama Allah’ın razı olduğu bir kul olamayabilirdim. Yahut Rabbim bana gönlümden geçmeyeni nasip ederdi ve ben orada etrafıma dokunurdum. O’nun razı olduğu işlerde bulunurdum. Bunu kendime bir ders bir öğüt belledim.
Zaman geçti, ben sessizleştim, her yerde saçma sapan espriler yapan, muhabbet edip kahkaha atan ben içime kapandım. Dışarıdan Boğaziçi’ni kazanmak için bencilleşen, etrafıyla ilgisini kesen bir kız imajı çizerken kimse içimde attığım “Allah’ım beni affet!” çığlıklarını duymadı ya da duymak istemedi. Namazı o zamana kadar bazen kılar bazen kılmazdım. Dışarıda abdest alamam derdim. Ama istedim, namaz kılabilmeyi istedim dua ettim, onu da Allah gönlüme sevdirdi. Gözüme o kadar kolay görünmeye başladı ki nefsim ezildikçe ezildi ve dışarıda abdest almak, namaz kılmak bana zor gelmekten çok içimi huzurla dolduran bir şeye dönüştü. Artık kapanmak istiyordum ama kendime de hiç yakıştırmıyordum. Dua ettim, yine dua ettim, hep ettim ve vazgeçmedim. “Rabbim, istiyorum sen kalbime sevdir, bana nasip et.” dedim. Hemen yapamadım ama liseden mezun oldum. Sınavlardan kurtuldum ve kapandım. kimseye bir açıklama yapmadan “Ben kapanacağım.” dedim ve kapandım. Zaten kimse de bir şey demedi, diyemezdi. Birisine yakışmış mı diye bile sormadım çünkü ben kapanmıştım.
Düşünce tarzımdan hayata bakış açıma kadar her şeyi yeniden değiştiren iki kitap okudum -kitapları bana okumam için veren arkadaştan Allah razı olsun- Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hayatını anlatan iki kitaptı. Onların hayatından kıssaları okudukça işte İman bu dedim; İslam böyle yaşanır, dedim. Bu kişiler ki ömürlerinde cennetle müjdelenmiş insanlar, ömürlerinin sonuna kadar vermişlerde vermişler. İslam’dan vazgeçmemişler, en ince ayrıntısına kadar yaşamışlar, dedim. Nasıl bir azim ki Allah onlardan razı olmuş, peki ya ben? Ben şu an ne yapıyorum nasıl bir hayat yaşıyorum, dedim. Etek giymek, ferace giymek, feracenin içine bile etek giymek gözüme hoş geldi, pantolondan nefret ettim. Eşarptan nefret ettim. Boş konuşmaktan, sesli gülmekten, iki kişi bir araya geldiğimizde Allah’ı anmadan ayrılmaktan, sahip olduğum her şeyin şükrünü eda edememiş olmaktan nefret ettim. Şallarımı omuzlarımın üzerinden yapmaya başladım. Her şey birbirinin peşi sıra geldi, tam anlamıyla aydınlandım. Güzel görünmek için giydiğim kıyafetler benim için bir hiç oldu. Kapanmak sadece baş örtmek değilmiş meğer bunun idrakine vardım. Edebin, hayân olmayınca o tesettürün bir anlamı olmuyormuş.
Nerede olursam olayım Allah’ın nasip ettiği hayatı yaşıyorum. Bazen ne kadar istersem isteyeyim, işler benim istediğim gibi olmayabilir, buna kapanmak da namaz kılmak da dâhil. Bana bunlar nasip olmayabilirdi ama unutmadığım önemli bir nokta var ki “istemek”. Ahirette Allah’la karşıya karşıya geldiğimde Rabbim’e “Rabbim ben istedim, gönülden istedim, dua ettim, yalvardım” diyebilmeye yüzümün olması için bu dünyada istemeliyim; bir şeyler için çaba sarf etmeliyim. Allah bizlere öyle hayır kapıları açıyor ki onların idrakine varabilmeyi, Allah’a isyan etmemeyi öğrenebildim. Bundan sonra kendime de çevreme de ettiğim tek tavsiye “Ettiğin duadan ve Allah’ın rızasından emin ol” oldu.
Onceuponatime
Photo by Komarov Egor 🇺🇦 on Unsplash
Ne güzel, rabbim hepimize hidayet versin. Bır de Boğaziçi’yi kazandı mi çok merak ettim 🙂
Kazandı 🙂
Her cümlesinde kendimi gördüm kardeşim 🙂
Aslında Dünya’da istediğimiz, talep ettiğimiz her şey böyle bir imtihan sürecinden geçmiyor mu? Bunu kimin için istiyorsun? Bu soru ekseninde deneniyorsun. Kardeşimiz sadece Boğaziçi’ni değil, esas imtihanı kazanmış.
Peki kitaplar? Onlar hangi kitaplardı acaba? (Bogazıcını kazanmasına cok sevındım)