İlk yaratıldığından bugüne, insanın görevi ıslah etmek. Bu yüzdendir ki hayvana eyer takıp toprağa tırpan atmışız. Terbiye veren olmak, muktedir oluşu gerektirdiği için hep istenmiş, hep peşinden koşulan olmuş. Bu ilişkiyi cinsiyetler arasında kurmak da mümkün. Hatta pek çok kitabı, erkeğin kadını ıslah çabasının anlatımı olarak değerlendirebiliriz. Refik Halid Karay’ın “Yatık Emine” hikayesini okumaya başladığım anda aklıma bu fikirler doluştu. Kitabın sayfalarında ilerledikçe kendimi tutamayıp karşılaştırmalar yapmaya başladım. Bu eserden çok daha eski bir yılda, farklı bir coğrafyada yazılmış benzer bir olay örgüsü sarmaladı zihnimi: Hırçın Kız, William Shakespeare.
Yatık Emine, uygunsuz takımından bir kadın. Bulunduğu yerde düzeni bozup erkekleri ayarttığı için devlet eliyle Dal Sabri’nin komutasındaki kasabaya sürülmüş. Bu kasaba, anlatıldığı kadarıyla o kadar soğuk, cansız ve ıssız bir yer ki bu hali insanlarına da sirayet etmiş. Erkeklere de kadınlara da tutkunun bir parçası bile isabet etmemiş. Yatık Emine bu ortamla tam bir kontrast içinde. Kocaman gözlerinden sıcaklık yayılan bu kadın, herkesi şaşırtıyor. Çünkü onda insana dair, yaşamaya dair heyecanların hepsi toplanmış. Onda toplanmakta da kalmamış, kendisine bakanlara da bulaşıyor. Yatık Emine kasabaya geldiği andan itibaren kasabadaki tüm erkeklerin ilgisini çekiyor. Sakin duruşuna rağmen, kasabanın soğuk kadınları arasında hemen fark ediliyor. Geldiği kasabadan sürüklediği dedikodular, Emine’nin etkileyici gözleriyle birleşince hemen etiket yapıştırılıyor: Bu kadın, kötü kadınlardan.
Genelde kadın bedeniyle birlikte anılan cinsel ve nefsi arzular tarih boyunca erkekleri hem korkutmuş hem de kendine çekmiş. Kontrolü ve iktidarı kaybettiren bu tarz arzuların korkunç bulunması şaşırtıcı değil. Bu yüzden de böyle arzuları taşıyıp açığa vuran kadınlar daima ıslah edilmesi gereken kişiler olarak görülmüşler. Shakespeare’in Hırçın Kız eserinde de farklı bir duruma rastlamıyoruz. Kitabın asıl adı TheTaming of theShrew yani Şirret Kadının Terbiye Edilişi. Kitabın baş karakteri Katharina, kadınlarla eşleştirilen bir diğer sakıncalı davranışı simgeliyor: Öfke.
Kadınların hormonları ve buna bağlı dönemlerine isnat edilip, üzerlerine bir mühür gibi yapıştırılan agresiflik ve aşırı hisler de terbiye edilmesi gerekenler listesinde. Shakespeare’in ölümsüz eseri otoriter bir babanın iki kızı üzerine kurgulanmış. Kızlardan küçüğü, güzel ve itaatkar Bianca. Kadınlara yakıştırılan sakinlik, yumuşaklık ve saflık gibi özelliklerin tümü onda toplanmış. Öbür tarafta ise kardeşinin tam aksine fırtına gibi esen, her şeye itiraz eden, sesi hiç alçalmayan, biraz çirkince Katharina var. Babaları, Bianca’nın evliliği için önce ablasının evlenmesini şart koşunca işler karışıyor. Bianca ve sevdiği çocuk türlü oyunlar çevirerek Katharina’yı evlendirmeye çalışıyorlar. Onunla evlenmeye yanaşan tek kişi olan Petruchio ise bu kızı eğitip ıslah edeceği iddiasını kanıtlamak için razı oluyor. Oyun boyunca öfke dolu Katharina’nın hanım hanımcık bir kız olması için geçirilen süreçleri izliyoruz.
Kontrolü elinde tutmak isteyen erkekler, kadınların itaatkâr, istedikleri zaman arzularına karşılık verip istemedikleri zaman sessiz kalan varlıklar olmalarını talep ediyorlar. Evlendiği adamın Katharina’yı terbiye etmeye çalışması da aslında bu kapsamda okunabilir. Ancak Yatık Emine’nin durumu daha ilginç. Aslında görünüşte kimsenin sözüne karşı çıkmayan Emine, yine de gözleri yüzünden suçlanıyor. Pasif bir şekilde yürüttüğü toplum düzenine isyan dahi insanların gözüne batıyor. Bu yüzden de içten içe ondan etkilenen Dal Sabri bile kendi hislerini bastırıp kontrolü elinde tutmaya, yani Yatık Emine’yi ıslah etmeye çalışıyor. Katharina’nın da Emine’nin de temel suçu, erkeklerin idealize ettiği asillikte, itaatkarlıkta ve daha bilmem ne özellikte olamamak.
Hikâyeyi başından sonuna okuyup, Yatık Emine’nin suçu hakkında biraz daha düşündüm. Evet, kabataslak ve hatta biraz üstenci bir şekilde erkeklerin istediği gibi olmamanın suç olduğunu söyledik. Ama daha somut, daha gözlemleyebileceğimiz, davranış bazındaki suç neydi? Yatık Emine’nin suçu ilk sayfalarda “Merkezi vilayette mütevali vakalar hudusuna sebebiyet veren uygunsuz takımından olmak” olarak tanımlanıyor. İlerleyen sayfalarda ise Emine kasabaya geliyor ve kadınlar hapishanesine gönderiliyor. Tüm bu olaylar sırasında garibanın işlediği herhangi bir kabahate ya da saygısız bir davranışına rastlamıyoruz. Emine sessiz sakin, hatta ezik bir halde, kaderine razı olurken; hapishanede dayak yiyor, kasaba halkı tarafından hor görülüyor ve onur kırıcı bir şekilde hayvanat bahçesindeki bir maymun yerine konuyor. İnsanlar evlerinden çıkıp gelerek onu inceliyorlar.
En sonunda Emine’nin gözleri keşfediliyor. Bu genç muhacir kadının kişiliğinin dışa vurumu olan gözleri, bakanın içine ılıklık yayıyor. İşte ideal bir suç! Dişilik ve dişiliğin izharı… İleriki günlerde Emine, Gürcü Server ile istikrarlı ve hatta düzgün bir ilişkiye başlasa da kasabanın erkekleri buna da razı olmuyorlar. İlişkinin altında gayriahlaki bir zemin arıyorlar. Hikâye boyunca sefalet içinde yaşayan ve herkes tarafından itilip kakılan Emine, sonunda soğuktan ölüyor ve cesedi bile günler sonra bulunuyor. Bu kadar kötü bir muameleye maruz kalan Emine’nin suçu neydi? Bu soruyu, hikâyeyi birkaç kez okuduktan sonra bile cevaplayamadım. Kasabadaki kimse Emine’nin suçunu net olarak bilmiyor. Hepsi gözlerinden, dişiliğinden ve kendileri gibi olmayışından dolayı Yatık Emine’yi suçlu ilan edip adeta toplumdan aforoz ediyorlar.
Kim bilir belki de Emine, bu sürgün yerinde, “yatık” karakterinin de etkisiyle kimseye değmeden sakin bir ömür sürecekti. Belki de Gürcü Server’le evlenecek ve yine evinden çıkmayarak namuslu bir kadın olacaktı. Belki de suçun hepsi, güzel gözlü Emine’de değildi. Ve belki de Yatık Emine’yle kendi arzularının tatminine uğraşan ama bir yandan da onu ayıplayıp ona kendini ifade etme fırsatı bile vermeyen kasaba halkının da bu suçta payı vardı? Kim bilir!
Elif Nuran Özgün
Tablo: Peter Vilhelm Ilsted “interior with a young woman reading by the candlelight”
Yorum yok! İlk sen ol.