“Başımdakinin mahiyetini, onu diğer kıyafetler gibi canım isteyince giyip çıkaramayacağımı kavramıştım. Bunun yalnızca bir başörtüsü değil, benim kimliğim de olduğunu, okul gibi bir gerekçeyle onu benden almanın kimsenin haddi olamayacağını anlamıştım.“
Kısa bir süre önce geçmişe bakıp yaşadıklarım hakkında derinlemesine tefekkür ederek, gelecek hayatıma sirayet edebilecek hikmetler ve dersler çıkarabileceğimi fark ettim. Bir hikâye oluşturmaya geldiğimiz bu hayatta kendimce, kalıbımca, onurlu bir insana yaraşır biçimde oluşturmaya gayret ettiğim hikâyemden, pek çok davranışıma yön veren bana kaynaklık eden bir kesiti paylaşmak istiyorum.
Üç çocuklu bir ailenin ilk evladıyım. Benden önce hayatı deneyimleyen, bana kendi deneyimlerini sabırla aktaran bir ablaya/abiye sahip değilim. Aynı zamanda ailem de bir çocuğa nasıl bakılır, nasıl yetiştirilir benimle öğrendiler. Hatta annem: “Benim anneler günüm senin doğduğun gün” der. Dinini bilen, bildiği ölçüde yaşamaya gayret eden bir ailem var. Eksiklikleri fazlaca da olsa en azından temel ibadetleri yaparlar, uyarıldıklarında yanlışlarını düzeltmek için gayret gösterirler, imkânları ölçüsünde hayırlı faaliyetlerin içinde yer alırlar.
Kardeşlerimi ve beni, dinimizi öğrenmemiz için 9-10 yaşlarımızdan itibaren her yaz tatilinde Kur’an kursuna gönderdiler. Bazen camilere ama daha çok sistematik bir şekilde eğitim veren yatılı kurslara gittik. Bu kurslar sayesinde namaz kılmayı, pek çok sureyi, tecvitli Kur’an okumayı öğrendim. Küçük yaşlardan itibaren arkadaşlarımın bilmediği, önemsemediği pek çok şeyi biliyordum. Onlara göre dindar bir çocuk sayılırdım.
12 yaşımda ise kendi isteğimle başımı kapattım. Çok kolay oldu. Bir gün hafta sonu, kurstan eve gelince başımı açmadım. Bu kadar… Kursta alışmıştım zaten örtü kullanmaya. Üzerine çok düşünmedim. Bundan sonra başörtülüydüm. Tesettür demiyorum çünkü tesettür değildi. Okulda zaten başım açıktı, okul dışında ise normal kıyafetlerime bir başörtüsü eklenmişti sadece. Ortaokul çağımda ibadetleri, tecviti, siyeri, temel İslami kavramları biliyordum, hatta pek çok konuyu ailemden daha iyi biliyordum. Her sabah kalktığımda yatağımı toplamam gerektiğini bildiğim gibi biliyordum bütün bunları.
7.sınıfa geldiğimde gündemim lise tercihiydi. Hangi liseyi seçeceğim konusunda düşünmeler, aile ile fikir alışverişleri başlamıştı. Ailem imam-hatip lisesine gitmem konusunda istekliydiler. Baskı yapmasalar da bu konu her açıldığında bunu dile getiriyorlardı. Bense onlar her imam hatip dediklerinde “hayır, puanı çok düşük gitmek istemiyorum” gibi laflar ediyordum. O zamanlar neden istemediğimi düşündüğümde hiç de mantıklı sebeplerimin olmadığını görüyorum. Ailem ısrar ettiği için ve bir de Anadolu lisesine gidebilecek kadar puanım olduğu için yaptığım kuru bir inatmış benimkisi. İmam hatip lisesinin artıları eksileri şunlar gibi mantıklı itirazlarım yoktu çünkü. Bu konu üzerine hiç düşünmemiştim bile. Yalnızca “gitmem” diyordum. Sanırım ben biraz serseri bir çocuk olup itiraz etmek istiyordum.
7.sınıf anlattığım şekilde, bir karara varamadan bitmişti. Artık 8. sınıfı da yarılamış ara tatildeydim. Tatil için bir köyde imamlık yapan amcamın ve ailesinin yanına gitmiştim. Amcamla lise mevzusunu konuşurken bana: “Neden hiç imam hatip lisesini düşünmüyorsun” dedi. “Puanı çok düşük, neredeyse puansız alıyor. Dershaneye de o kadar para ödedik hiç çalışmadan bile kazanırdım orayı. Şimdi o kadar çalışmışken neden imam hatip lisesine gideyim ki” dedim ben de. Amcam yalnızca: “O başındakini çıkarmamak için” dedi. Hiçbir şey söylemedim. Bir daha lise mevzusunu ne o açtı, ne de ben. Ama ben oradayken de evimdeyken de sürekli bu konuyu düşündüm, başımdakini.
Tabi ben de istemezdim okula giderken başımı açmak. Ama mecburiydi sonuçta, bu kuralı ben koymamıştım ki. Eğer ülkede bir yasak varsa bundan ötürü aldığım kararın sorumluluğu bana ait değilmiş gibi düşünüyordum. Okula gitmenin eğer Allah yolunda hizmet edeceksem bir kıymeti olabileceğini, onun dışındaki tüm menfaatlerin hiç olduğunu bilmiyordum ki ben. Yaşadığım bu dengesizlik durumu karşısında sürekli kafamın içinde bir karara varmaya çalıştım. Eğer bu konuyu çözmezsem zihni manada rahata eremeyeceğimi biliyordum çünkü. Amcamın beni yüzleştirdiği nokta benim farkında olmadığım, birileri tarafından da bana daha önce söylenmeyen bir şeydi. Ben her gün yatağımı toplamayı öğrendiğim gibi namazı, Kur’anı öğrenmeyi dini yaşamak zannediyordum.
Ömrümde ilk defa Allah’ı bir dünyalığa seçmem gerektiğinde bocalamıştım işte. Dini bir hesap kitap gibi göremeyeceğimi, başarı kavramının dindeki karşılığının çok başka olduğunu anlamam gerekiyordu. Kuyudaki Yusuf’un saraydaki Firavundan başarılı olduğunu anlamam gerekiyordu. Bunları ne vakit tam manasıyla idrak edebildim, kalbime nasıl nakşedebildim bilmiyorum ama en azından o güne kadarki emeklerimi asıl Allah’ı karşıma alırsam zayi edeceğimi anlamıştım. Başımdakinin mahiyetini, onu diğer kıyafetler gibi canım isteyince giyip çıkaramayacağını kavramıştım. Bunun yalnızca bir başörtüsü değil, benim kimliğim de olduğunu; okul gibi bir gerekçeyle onu benden almanın kimsenin haddi olamayacağını anlamıştım. İşte artık tesettürlüydüm.
Birçok hocam ve arkadaşlarım bu kararımı yersiz bulmuşlardı, ailemin beni zorladığını sananlar bile vardı. Ama ben o kadar huzurluydum ki bana böyle yaptıkları için onlara kırılmıyordum bile. Sanki başıma dert olan çok mühim bir meseleyi zararsız bir şekilde halletmişim gibi bir huzur içerisindeydim. Arkadaşlarıma fırsat buldukça imam hatip lisesinin güzel yanlarından söz ediyordum. Onlarsa imam hatip lisesine birincilikle girersin artık diye takılıyorlardı bana. Yalan yok, birinci girmesem de mevcut puanımla iyi bir dereceyle girerim zannederken okula kayıt için gittiğimde 16. sıradan girdiğimi öğrenmiştim.
Sınıfımda çok başarılı olup da yalnızca başörtüsü için imam hatip lisesini tercih eden bir sürü arkadaşım vardı. Allah bana böyle güzel bir topluluğun parçası olmayı nasip etmişti. Çok daha iyi alternatifleri olup imam hatip lisesini seçen insanları görünce hem sevinmiş hem de utanmıştım. Onlar çok daha iyi bir dünyalığa sahip olabileceklerken Allah’ı seçmişlerdi. Benim öyle ahım şahım bir puanım da yoktu. Yine de bu kararı almam zaman almıştı.
22 yaşında bir genç olarak geriye dönüp geçmiş yaşantılarıma baktığım zaman şeksiz şüphesiz aldığım en doğru kararın imam hatip lisesine gitmek olduğunu görüyorum. Hayatımda edindiğim en sağlam ve Allah yolunda dostlukları orada kazandım, beni manen besleyen hocalarım oldu. Müslüman şuurunu, her zaman her koşulda Allah’ı seçmeyi öğrendim. Bana verilen bu ömürde feda edemeyeceğim tek şeyin Allah’ın dini olduğunu öğrendim.
Üniversiteye gittiğimde Allah’ı ve dinini defalarca kez seçmem gereken durumlarla baş başa bırakıldığımda geçmiş yaşantılarım elimden tuttu ve bana rehber oldu. Müslümanca duruşumdan ötürü yok sayıldığımda, değerlerim küçümsendiğinde yalnız olmadığımı nereye bakarsam bakayım Allah’ın veçhinin orada olduğunu hatırlattım kendime. Sınıfta herkesle arkadaş olamadım, her etkinliğe katılamadım, her hoca beni sevmedi ama yeryüzü Allah’ın diye teskin ettim kendimi. Bilimin seküler yüzü dini bir tarafa koyarken; dini hiçbir şeyi kaynak, veri, gerekçe kabul etmezken ahiret günü ile teselli buldum. Dinini içselleştirmiş güzel arkadaşlarımla yalnızlığımı giderdim. Yine bocaladım, kafam karıştı, hatalar yaptım ama her cevabı okulda, bilimde aramadım. Ben bilmesem de var bir cevabı diyerek bilenlere danıştım. Kimse bilmiyorsa şayet, bu din teslimiyet dini, teslim ol dedim.
Basit bir lise seçiminin düşünce dünyamda, fikriyatımda, tesettür algımda hâsılı dine ve dünyaya bakışımda bu kadar etkili olacağını ben de tahmin etmezdim. Farklı bir liseye gitseydim başımı açarak okusaydım ne olurdu bilmiyorum ama tesettürü seçtiğimde, şükrünü eda etmesi zor nimetlerle karşılaştım. Ahretliğim dediğim canım dostum, en yakın arkadaşlarım, hâlâ görüştüğüm, danıştığım hocalarım, çok güzel geçen bir 4 sene ve dahası.
Benim hikâyemde ailem, bana dilleri döndüğünce imkânları el verdiğince dinimi öğretmeye gayret ettiler. Onlar sayesinde dini yaşama yolunda bir adım attım, amcam nasihat etti ve bir adım attım. Lise sonda belki düşünürüm dediğim feraceyi Sena sayesinde birinci sınıfta giydim, kısacık öğle arasında üşenmeden abdest alan ve buna nazlanan beni ısrarla mescide götüren Meryem’le tanıştım, aşk ile bir daha diyerek doğru mahreçle Kur’an okumamızı çok önemseyen Recep Hoca’yı tanıdım ve bir adım daha… Bazen bir ileri iki geri de olsa, bazen oturup düşünsem de bu yol ölüme değin uzuyor farkındayım, yavaşlasam da yoldan hiç çıkmama gayretindeyim. Allah ayaklarımı bu yolda sabit kılsın. Müslüman bir psikolojik danışman olduğum şu günlerde en üzgün olduğumda, en çıkmazlara hapsolduğumda “Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır…” diyor içimden bir yerlerden bir ses ve ben yeniden adım atmaya niyetleniyorum, her şey için Allah’a hamdolsun.
Deli Dumrul
Photo by Katie Moum on Unsplash
Yorum yok! İlk sen ol.