2020 senesi biterken dönüp de geriye baktığımızda toplumsal hafızamızın bu seneyi pek de iyi hatırlamayacağı aşikâr. Bu sene hakkında durup düşündüğümde diyebileceğim, sadece ülke olarak değil, bütün bir insanlık olarak çok gerildik ve çok üzüldük. Belki de uzun zaman sonra ilk defa aynı duyguları paylaştık. Bunun üzerine gelen bölgesel felâketler, aşı tartışmaları, komplolar, şahit olduğumuz veya maruz kaldığımız nefret söylemleri ile sürekli karşımıza çıkan alışveriş sitelerinin indirim reklamları arasında sıkışıp kaldık. Buradan çıkış çok da kolay değil çünkü çoğumuzun mesuliyetleri ve iletişimde olma şekli internet üzerinden yürümekte. Ne kadar sakınsak da sıkışıyoruz işte buraya. Diyeceğim o ki sadece sizin benim değil herkesin üzerinde yorucu bir baskının olduğu günler geçirmekteyiz. Bugünler, belki de “eski” zamanlardan daha fazla insan ilişkilerine önem vermemiz gereken günler.
Karantinanın ilk günlerinde, çoğumuz yolda, orada burada vakit kaybetmeden evimizde kendimize zaman ayıracağımızı düşünmüştük. Sosyal medyada ise “kendine zaman ayır, yavaşla” paylaşımları alıp başını gitmişti. Aşırı düzenli, istikrarlı, yapmak istediklerimize zaman kalacak bir hayatımız olabilirdi artık çünkü “engeller” kalkmıştı. Fakat durum pek de böyle olmadı. Kısmen isteklerimizi gerçekleştirsek bile bu yeni süreç yeni sıkıntılar meydana getirdi. Bunun farklı sebepleri elbette vardır fakat bence asıl sorun hepimizin psikolojik olarak bir savaş vermesi. İnsan, bir süreci yaşarken zorluğunun veya kolaylığının çok farkına varamıyor. Biz de tam olarak o çok da farkına varılmayan zor zamandan geçiyoruz. Bazen keyifli bir an geçirmek insana yük gelebiliyor çünkü bugünlerde ansızın bir matem havası etrafımızda esiveriyor.
Bu yük ile hayatı tamamen boşa mı almamız gerekiyor peki? Bu zaman zaman olabilecek bir durum fakat ölçü her zaman insanı diri tutan bir unsur. Demek istediğim, “Evdeyim, çok zamanım var” diye düşünerek her günümüzü boşluksuz ve çok verimli geçirmeyi planlamak da, “Zor günlerden geçiyoruz, sorumluluklarım bekleyebilir” demek de ölçüsüzlük gibi geliyor bana. Herkes ölçüsünü kendisi belirlemelidir tabii, dediğim gibi bazen ufacık bir eylem bile ağır gelebilir veya bazen de yoğunluktur bize iyi gelen. Bu şartlar altında hayatlarımızda ölçüyü sağlayan asıl unsur, karşılıklı insan ilişkileri; anlatmak, dinlemek, sohbet etmek ve paylaşmak daha bir önem kazanıyor.
Bütün gün makine gibi işlemekten bizi “alıkoyan” telefonla veya yüz yüze kısa kesmeyeceğimiz gerçek bir sohbet mesela. Yaptığımızda üzerine tik attığımız, günün mükemmel bir parçasından çok daha iyi hissettirecektir diye düşünüyorum. Veya, rehberimizde olan fakat uzun zamandır konuşmadığımız yakınlarımızın halini hatırını sormak da benzer hissettirecektir. Bu dönemde alışık olduğumuz insan ilişkilerini yaşatmak zor olsa da bize iyi gelen insanlarla farklı kanallardan karşılıklı iletişimde olmak önemli. Kendi kabuğumuza çekilip bireysel hedefler doğrultusunda her günümüzü, yediğimizi, içtiğimizi, dinlediğimizi bir “challenge” haline getireceğimize, zaten oldukça garip olan bu zamanlarda sohbet etmeyi ve paylaşmayı daha çok önemsemeliyiz çünkü anlatmak, insan için bulunmaz bir nimet.
Bütün “mükemmel gün” planlarımızı, oldukça güzel niyetlerle, daha iyi bir birey olmak için yapıyoruz fakat çoğu zaman, yaşantımızı bireysellikten öteye taşımayan sonuçlarla karşılaşıyoruz çünkü birey olmanın mahiyeti daha farklı. Yukarıdaki o iç karartıcı bahisten de görüleceği üzere zaten zor olan bu günlerde, meydan okumadan ölçülü bir hayat yaşamaya her zamankinden çok ihtiyacımız var. Zaten sürekli fiziksel mesafeye dikkat etmemizi gerektiren şartlar, bizleri iletişimsizliğe yönlendiriyor. Üzerine bir de “kendimize zaman ayırma” kisvesi altında insanlardan daha fazla uzaklaşmamıza gerek var mı? Daha çok anlatıp birbirimizi dinlemeye ihtiyacımız olan bugünlerde umuyorum ki kendi ölçümüzü bulabilir, birbirimize iyi gelebiliriz.
Nihan
Tablo: Anna Ancher
Yorum yok! İlk sen ol.