Hoş geldiniz Merve Hanım. Öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Küçük bir örnek ile anlatacak olursam yolda yürürken önüne bir dergi sayfasından tutun, cam silerken kullandığı gazete kağıdına kadar artık ne denk gelse hepsini büyük bir açgözlülükle okumak istemek hem çocukluğumda hem de yetişkinlik yıllarım içinde değişmeyen en büyük özelliğim diyebilirim. Zannediyorum ki okumaya karşı olan merakım doğduğumdan beri benimle var olan bir özellik. Çocukken evin odalarını dolanır, sürekli kendi kendime okuyacak bir şeyler arardım. Tabii, doksanlı yıllarda çocuk olmanın da bir etkisi var bunda. O zamanlar ailemiz bizi olumsuz etkilemeyecek arkadaş bulmakta çok zorlanıyorlardı. Dindar aileler çocuklarını daha izole bir ortamda büyütmek durumunda kalıyorlardı. Ben de bu kültürün bir parçasıyım. Belki de bu yüzden kendimi evde oyalayabilmek için önüme açılan ilk pencere okumaktı.
Bunun yanında biz üç kardeşiz. Diğer iki kardeşimin yaşları birbirine yakın. Onlar birbirleriyle oyun oynayarak büyüdüler ama benim evde bir oyun arkadaşım olmadı. Bu yüzden oyun çağım hep kendi başıma ve bir arkadaş arayarak geçti. Çocukken ciddi bir yalnızlık ve can sıkıntısı yaşadığımı hatırlıyorum. Ekran olarak da her evde olan TV vardı ama şimdiki gibi saatlerinizi karşısında geçiremezdiniz. Öğlen güneşi geçinceye kadar sokağa çıkmak için yalvarır, öğlen güneşi geçince de kendimi sokağa atardım. Tüm bunlarla harmanlanan, hiç köy görmemiş ama şehrin sokaklarında oynayan son çocuklardan olduğumu söyleyebilirim. Sonra ana caddede bir apartman dairesine taşındık ve ondan sonra tam bir şehir çocuğu oldum.
Peki, size hayatınızdaki dönüm noktaları nelerdir gibi büyük bir soru sorsak? 🙂
Okullar derim 🙂 Ortaokula geçiş sınavında bizim semtimizdeki yüksek puanlı bir okulu kazanmıştım ve bu okul benim ilk tercihimdi. Dönüm noktalarımdan bir tanesi şuydu: Üniformam ve kitaplarım alınmıştı. O zaman kitaplar dolarla veriliyordu ve ciddi bir bütçe gerektiriyordu. Babam, ikinci el kitap kullanmama bile razı olmamıştı ve kitapları, fiyatlarına göz yumarak, sıfır almıştı. Sonrasında ise babam okul müdürüyle görüşmeye gittiğinde müdür, babama yönetmelik gereği sırada bir kız bir erkek oturmanın zorunlu olduğunu söylemiş. Babam da haklı bir tepki olarak, “Siz buna karar veremezsiniz. Her çocuk kiminle istiyorsa onunla otursun. Çocukları kendi haline bıraksanız benim kızım bir kızla oturmayı isterdi. Başkasının çocuğu başka bir şekilde oturmayı isteyebilir. Çocuklara bu konuda baskı yapamazsınız.” diye müdürle tartışmış. Bu tartışmanın sonucunda ben okuldan alındım ve daha sonra bir imam hatip anadolu lisesine gittim.
Sıkıntı şu ki ben bu okulu asla istemiyordum çünkü okula gidebilmek için iki minibüs kullanmam gerekiyordu. Araç tutması, trafik, kalabalık, aktarma derken yolculuk beni fazlasıyla zorluyordu. Arabaya bindiğim andan itibaren yüzüm yemyeşil oluyordu. Bir elimde poşet bir elimde kolonya ile gün dört saate yakın yol gidiyordum. Fakat evdeki can sıkıntımdan, oyalanacak bir şey bulamayışımdan, kısıtlı kitaplarla doyuma ulaşamıyor oluşumdan; tüm bu zorluklara rağmen bayılacak dahi olsam kesinlikle “Ben bu okula gitmek istemiyorum” diyerek okula itiraz etmiyordum. Ailem beni tamamen inançlarından dolayı mecburen bu okula vermişti ve bana seçenek sunma şansları yoktu.
Ailede benden öncesinde ilkokuldan sonra okuyan kız çocuğu olmamıştı. Aile büyükleri de okula devam edişimi rahatsızlıkla karşılıyorlardı. Dolayısıyla sesimi çıkaramıyordum. Bütün bunlar için o kadar küçüktüm ki, sabahları başörtümü bile takamıyordum, annem yardım etti uzun bir süre. Kendi kendime “Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin” diyordum. O okulda aldığım eğitimin ve o tecrübenin benim için bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Şu an hayatımda ne kadar büyük bir zorluklar yaşarsam yaşayayım hiçbir şey bu tecrübe kadar zor gelmiyor. Hayata, yaşadığım zorluklara karşı nasıl davranmam gerektiğini o tecrübe ile öğrenmiş oldum. Sanırım zorluklara bakış açımı da o dönemde kazandım. Mesela, önüme on tane zorluk çıktığında önce birinciyi çözerim sonra ikinciyi sonra üçüncüyü çözerim diye yaklaşıyorum. Hiçbir zaman “Aa, on tane zorluk var. Ne yapacağız?” gibi bir şey aklıma gelmiyor. Ben bunu ortaokulda yaşadığım okul krizinde kazandığımı düşünüyorum.
Başörtüsü sorununu ilk kez 14 yaşında yaşadım ve bu en büyük yıkımımdı. On dört yaşımdayken bu durumu kaldırabilecek bir olgunlukta değildim. O okula çok zor şartlar altında tutunmuştum ve bu zorlukları geride bırakabilmek bana hayata tutunma şevki vermişti. Okulun zorluklarını kontrol altına almış ve başarmanın mutluluğuna odaklanmıştım. Okul tam gün sürüyordu. Eve gelince kısa bir yemek arasından sonra saatlerce ders çalışıyordum. Evde oyalanacak bir şey bulamadığımdan canım çok sıkıldığı için ödevlerimin fazla olması bana keyifli geliyordu. Aslında şimdi bakıyorum da kendime meşguliyet terapisi uyguluyormuşum. Sonunda kendi yolumu buldum derken başörtü sorunuyla beraber inanılmaz bir belirsizliğe girdim.
Daha sonra babamın inisiyatifi ile Kur’an kursuna gittim. Tıpkı ortaokulu istemediğim gibi bunu da hiç istemedim. Çünkü bana göre Kur’an kursu bir yıl gidilecek bir yerdi ama bu sorun bir yılda çözülecek gibi görünmüyordu. Bir yıldan sonra ne yapacağım diye düşünüyordum. Neyse ki o bir yılın içinde ben hafızlık yapmaya karar verince iki yıl boyunca ne yapacağımı düşünmekten kurtuldum fakat tüm bunlar bittiğinde başörtüsü sorunu hala devam ediyordu.
Kur’an kursuna ilk gittiğimde bir bilincim yoktu ama sonrasında orada edindiğim bilinçle şimdiki YKS, o zamanki adıyla ÖSS’ye hazırlanmam için son şansım olan dershaneye kaydolmadım. Çünkü dershanede başımızı açmak zorundaydık ve erkek müfettişlerin her an gelme durumu vardı. Böylece ÖSS fırsatını da kendi irademle sonuna kadar kaybetmiş oldum.
Yatılı Kur’an kursunun beni şekillendiren çok büyük etkileri oldu. Yatılı kursun maneviyatı hiçbir yerde yoktur, orada hissettiklerinizi hiçbir yerde hissedemezsiniz. Ama yatılı kursu genel manada bir şeye benzetecek olsanız en çok benzediği şey askerliktir. Bu askeri düzen insanın öz disiplin kazanmasına katkıda bulunur. Yatılı kurs sizin kendinize ait yalnızca bir yatağınızın, bir bavulunuzun, uzun ince bir dolabınızın olduğu bir yerdir. Her şey saatlidir. Önünüzde iki seçenek vardır: Ya akışa kapılırsınız ya da kendinize vakit ayırabilmek için sürekli ne saati olduğunu kontrol etmeniz gerekir. Her insan konfora taliptir, özellikle gençlik çağlarında.
Yatılı kurstan sonra ben de kendi çocuklarım için şu sonuca vardım: Evet ben yatılı kursta çok büyük kazanımlar elde ettim ama ben çocuğumu yatılı kursa vermeyeceğim. İsterse akşam dokuza kadar ders alsın ama akşam gelsin benim yanımda olsun ve günü birlikte tamamlayalım. Böylece çocuğum hem konfor ihtiyacını hem yalnız kalma ihtiyacını belirli bir oranda giderebilsin. Hayat çok kısa, ilmi de en sahih kaynaklardan öğrenelim ama sürdürülebilir bir öğrenme olması açısından günün bir bölümünü mutlaka çocuğumla birlikte geçirmeliyim, diye düşünüyorum.
Kendi hayat yolculuğumda kardeşlerimin yaşlarının benden küçük olmasının, ortaokul deneyiminin ve başörtüsü sorunundan vardığım yatılı deneyiminin hepsinin benim ana vatanım olduğuna ve beni bugünkü ben yaptığına inanıyorum. Her şeyden önce, öğrenmeye karşı aşırı isteğim pratik hayatta bu kadar çok engelle karşılaşınca zihnim arka planda hep şunu sordu: “Ben nasıl öğreniyorum? İnsanlar nasıl öğreniyor ve dünya nasıl öğreniyor?” Anne olacağımı öğrenmemle birlikte “Bütün bu bildiklerimi, öğrendiklerimi çocuğuma nasıl kazandırırım? Çocuğum annesinin bu yaşadıklarından, vardığı kanaatlerden nasıl bir avantaj elde edebilir?” Bu da beni “Mervenia” olarak sosyal medyaya tanıtan şey oldu.
İyi ki de olmuş 🙂 Çok güzel bir niyetle yola çıkmışsınız. Peki, şu an neler yapıyorsunuz Merve Hanım?
Şu anda Yusuf Kerem’in ve Selim’in annesiyim. Bir de cezaevi vaiziyim. Bununla birlikte çocuklara dil eğitimi konusunda arkadaşımın kurduğu bir eğitim girişiminde eğitim programı sorumlusuyum. Akşamları fırsatım olursa yazıyorum. Günlük hafızlık tekrarı yapıyorum. Günlerim bu şekilde geçiyor.
Maşallah, Allah zamanınıza bereket versin. Hayatınızda annelik, eşlik, vaizelik, yazarlık, sosyal medyada içerik üretmek gibi çok fazla rolünüz var. Bunların hepsini bir arada nasıl yürütüyorsunuz?
Aslında hepsinin gün içinde kendine ayrılmış bir vakti var. Eğer günümü önceki günden planlamazsam o günüm boşa gidiyor. Çünkü sürekli “Şu an bir şey yapmalıyım ama o ne?” diye düşünüyorum ve karmaşadan çıkamıyorum. Hafızlık tekrarı için gün içinde herhangi bir namaz sonrası 20 dakika ayırıyorum. Ben bir şeyin vaktinin sabit olmasını istediğimde onu, yeri sabit olan başka bir şeyin peşine koyuyorum. Onun dışında yazı ve sosyal medya işlerimle kesinlikle çocuklar yattıktan sonra ilgileniyorum. O yüzden benim çocuklarımın yatış saati bellidir.
Sanırım çocukların yatış saatine fizyolojik olarak da programlandım; akşam dokuz buçuktan sonra çocuk sesi kaldıramıyorum. Bunu tahammül edemediğim için söylemiyorum. Artık yalnızlığı arzu ediyorum, zihnim çok yorgun oluyor. Bir şeyler üretme vaktim gelmiş, sadece bunun için enerjim kaldığını hissediyorum. O yüzden çocukların yatış seremonisini saat yedide başlatıyorum. Onlar için oyuncak toplama, pijama giyme, ekran vakitleri gibi her şeyin bir rutini var ve onlar bu rutinde kendilerini güvende hissediyorlar. “Biz yatmayacağız, uykumuz gelmedi.” gibi itirazları olmuyor. Bence yaşadıkları günden tatmin olarak yatağa giriyorlar; oyun oynanmış, video izlenmiş, kitap okunmuş, artık gün kapanmış. Bu nedenle kendileri de uyumaya istekli oluyorlar. Onlar yattıktan sonra da günün kendime ayırdığım vakti başlamış oluyor. Günün bu kalan vaktinde eşimle aramızda 10 yıldır konuşmadığımız bir anlaşma var: Çocukları yatırdıktan sonra ikimiz de kendi odamızda çalışırız. Benim için en heyecanlı, en kıymetli vakit orası.
Mesela ilk oğlumu büyütürken uyku sorununu çok yaşadık. Benim için zor bir dönemdi. O ara psikolojik olarak çok sarsıldığımı, iki yıl hiçbir şeyden zevk alamadığımı ve hayattan tatmin olma hissini yaşayamadığımı hatırlıyorum. Galiba bunun nedeni oğlumun uyku sorunu nedeniyle benim gün içinde kendime ait hiçbir vaktimin olmamasıydı. Ama işler rutine oturduğunda o gün hiçbir yere gitmesem, çok sıradan bir gün bile olsa çocuklar uyuduktan sonra kendime okuma vaktini ayırabiliyorsam o gün kendimi tatmin olmuş hissediyorum. Gün bitmeden okumaya, yazmaya dair bir şeyler üretebildiysem o günü mutlu kapatabilmek için başka bir şeye ihtiyaç duymuyorum.
Dolayısıyla hepsini yerli yerine koyduğumda zaman problemi yaşamıyorum. Belki püf nokta olarak şunu söyleyebilirim: Benim evimde hiçbir zaman ekran olmadı. Önünden gelip geçtiğim, ayaküstü beş dakika izleyeyim derken yirmi dakikamı kaptırdığım bir ekran yok bizde. Haberleri internetten okuyorum, 3. sayfa sonrası haberleri asla okumuyorum. Magazinle ilgilenmiyorum, inanılmaz uzun süreli Türk dizilerini artık kapattım. Bir dizi izleyeceksem de insanların dakikalarca birbirine baktığı dizileri eledim. Bir şey izleyeceksem bu bir ihtiyaç halinden ileri geliyor ve çevreme hangi dizinin daha vakit ayırmaya değer olduğunu soruyorum. Ayırdığım vakte en çok değecek hangisiyse onu izliyorum.
Yani aslında her şeye yetişmiyorum, her gün her şeyi yapmıyorum da. Kendi zaaflarımın bilincinde olarak yaptığım planlarım ve aldığım kararlarım var. Örneğin önünden geçtiğim bir ekranın olmaması, Instagram’da keşfete girmemek vs. bana çok vakit kazandırıyor.
Pandemi sürecinde hepimizin hayat düzeni, rutinleri mecburen çok değişti. Çocukların okulları tatil oldu. Siz zaman yönetimi penceresinden bu dönemi nasıl tecrübe ettiniz? Bir geçiş süreci yaşadınız mı?
Evet yaşadım ama bence hayat değişen rutinlerden ibarettir. Bir rutin kurarsın, üç ay sonra o değişir. Hiçbir rutin sonsuza kadar gitmez. Sürekli bu organizasyonu yapmak zorundasınız. O yüzden pandemi benim için bir şehirden başka bir şehre gitmek gibi bir geçiş dönemiydi. Pandeminden önce hiçbir zaman evin dört duvarı arasında mutlu olamayacağımı düşünürdüm. Enerjimi hep dışarıdaki sosyalliğime, Allah rızası için bir araya geldiğim insanların enerjisine bağlardım. Pandemi bunun böyle olmadığını, evimde de çok mutlu olabileceğimi gösterdi. Mesela, çocuklar salon masasında toplandığında şunu fark ettim: Ben çocuğumu özlüyormuşum ve enerjimi genelde sosyallikten değil, sevgiden alıyormuşum.
Bu süreci sevgi ve şefkat dolu bir temele yerleştirmek de bana aynı enerjiyi verdi. Zannediyorum ki gerçekten Allah rızasını hayatınızın odağı olarak aldığınızda koşullar önemsizdir. Hangi koşul altında olursak olalım, şartlar ne kadar kötüleşirse kötüleşsin, hemen bugün ben yaptığım işi Allah’ın rızasına uygun bir zemine getirebilmeliyim. Bizim mutluluklarımız, bizim yaptıklarımız sahip olduğumuz şartlarla çoğu zaman alakasızdır. Bunun için her zaman böyle diyemeyiz çünkü aynı zamanda hayat çok büyük iniş çıkışlarla dolu. Yine de çoğunlukla bu böyledir. Çocuklarla “bal saati” rutini başlatıp onları Kur’an’a geçirdim, sonra da ilerlettim bu dönemde mesela.
Anlattığınıza göre pandemi döneminde anneliğinizin başka bir yönünü de keşfetmişsiniz sanki. O zaman genel pencereden soracak olursak, annelik kendi kemâlât yolculuğunuzda nereye oturuyor sizce? Evet, annesiniz ama aynı zamanda kendi hayatınızın da ana karakterisiniz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Annelik beni tedavi eden, iyileştiren bir meşgale oldu. Daha Yusuf Kerem doğmadan çocuk kitaplarını araştırdım ve şunu fark ettim: Ben çocukken çocuk kitaplarını çok severdim ama ders kitabı dışında kitabım olmamıştı. Çocuk kitabı konusunda muhtemelen farkında olmadığım bir açlık yaşadım. Çocuklarıma sunduğum kitaplarla o ukdeyi giderdim. Sonra okuduğum bir kitapta şunu gördüm: Çocuğa aynı anda çok fazla şey sunarsanız dikkati dağılır, bu şey kitap bile olsa. O zaman ben de düşündüm ki bir şeyin fazlası zararsa kitabın da fazlası zarardır. Ben de haftanın kitabı diye çocuklarıma sadece iki ya da üç kitap sunuyorum. Onları bir hafta okuyoruz, sonra başka bir kitap seçkisi çıkarıyorum. Çocukların bir kitaba olan ilgilerinin süresi var. Çok sevdikleri bir kitap değilse bir süre sonra o kitabı eliyorlar zaten. İlgilerinin azaldığı kitapları hep köy okullarına gönderdim. Bu da bana bambaşka bir pencere açtı. Hiçbir ekstra zahmet göstermeksizin bu kitap gönderme döngüsü sayesinde ‘Temiz Kütüphane’ projesi ortaya çıktı.
Normalde çocuklarla çok iletişim kurabilen bir insan olmadığım halde çocuklarımda beni iyileştiren bir güç, bir enerji var. Çocukları çok seviyorum ama aynı anda çok çocuk sevmiyorum :))) Buna rağmen kendi çocuklarımla olan iletişimim üzerine verdiğim emek, o iyileştirici etkiyi görmemi sağladı. Kötü geçen bir günde, kötü bir haber aldığımda çocuklarımın yanına gittiğimi, onlara sarıldığımı, onların gülüşlerinde ferahladığımı fark ediyorum. Sanki onların masumiyetlerinin beni yıkayan bir tarafı var. Gerek çocuk kitapları üzerinden olsun gerek onların masumiyetlerine odaklanmak olsun anneliğin bende onarıcı bir etkisi olduğunu gördüm. Sabrınız taştığında ya da çok yorgun olduğunuz zamanlarda da bu yaklaşım tepkinizi kontrol etmenizi sağlıyor. Çünkü çocuğu sabredilmesi gereken bir yük olarak gördüğümüzde ona verdiğimiz tepki farklı oluyor, size emanet edilen bir masumiyet, beyaz sayfa olarak gördüğümüzde verdiğimiz tepki başka oluyor.
Allah razı olsun. Çok önemli bir nokta. Son olarak; takipçilerimizin çoğu gençlerden oluşuyor. Bize nasıl tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Gençlere bir alana saplı kalmış dar okumalar yapmamalarını öneririm. Konu ne ise o görüşün aksi istikametteki görüşleri ve onların savunmalarını bilsinler. Bu tıpta da işe yarar, psikolojide de çalışır, ilahiyatta da. Üstelik sizi dar bir pencereye hapsolmaktan kurtarır.
Bir diğeri günlük en az 20 dakikalık bir rutinleri olmasını öneririm. Bu sure ezberi olur, hafızlık tekrarı olur, kitap okumak olur, blog yazmak olur, fakat uzun yıllar içinde mutlaka bir kazanımınız olur. Kur’an kursunda teneffüs aralarındaki kütüphane ziyaretlerimde, tefsir bende böyle yeşermişti.
Bir hayaliniz olsun ve o hayali size annenizin, babanızın, arkadaşlarınızın sunmasını beklemeyin. Hayatınızın kontrolünü ele alın ve her gün o hayale giden yolu inşa edin. Böylelikle dış motivasyon kaynaklarına ihtiyaç duymazsınız. Motivasyonunun içten gelmesi gerekir ki daimi olsun 🙂
Çok verimli bir söyleşi oldu. Allah tüm emeklerinizi kabul etsin. Çok teşekkür ederiz.
Ne demek, ben teşekkür ederim.
Yorum yok! İlk sen ol.