Benim hayat hikâyem gayrimüslim bir Avrupa ülkesinde başladı. Gurbetçi ve muhafazakâr bir ailenin çocuğu olarak doğdum, büyüdüm. Şimdi otuzlu yaşlarımın başındayım. Çocukken Türkiye’ye her gidişimizde yaşadığım hisleri tarif etmek kolay değil. Kubbelerden yükselen ezan sesi, sokaklarda hissedilen o manevi hava… Sanki ruhumun özlemle aradığı bir şeye kavuşmasıydı bu. Müslüman bir ülkede yaşayanların çoğu zaman farkına bile varmadığı bu nimetlere yıllarca hasret kaldım. Yaşadığımız şehirde tam anlamıyla camiler yoktu. Sadece bina köşelerinde mescide çevrilmiş küçük mekânlarda Kur’an dersleri alır, annemle sohbetlere katılırdım. Çocuk gözlerimle annemin tesettürüne hayran kalır, camiye giderken ona özenerek hazırlanırdım.
Ergenlik yıllarımda tesettürün anlamını öğrenmeye başlamıştım ama hayatıma tamamen katacak cesareti bulamıyordum. Zira okulda ve toplumda “yabancı” olmanın yükünü zaten taşıyordum. Bir de Müslüman kimliğimi açıkça göstermek… Bunun ağırlığını kaldırabilir miydim? Ya “hakkıyla temsil edemezsem?” İşte bu korkular içimi kemiriyordu. Bu yüzden örtünmeyi hep erteledim. Önceliğim, iyi bir Müslüman olup davranışlarımla İslam’ı yansıtmaktı. Ama gönlümde, derinlerde bir yerde, tesettüre girme arzusu hiç sönmedi. Rabbimin bana bir gün o cesareti vereceğine dair inancım hep diri kaldı. Ve hayatımın yeni bir dönemi, tesettürü hayatıma tamamen almaya giden yolumun başlangıcı oldu – elhamdülillah.
Otuzlu yaşlarıma yaklaşırken hayatım uzun süre sakin ve düzenli bir şekilde ilerledi. Benim için genel olarak düzenli bir hayat; çocukluk, okul, üniversite, ardından iş hayatına atılmak, yuva kurmak, yaşlanmak ve sonunda ebedi hayata kavuşmaktan ibaretti. Uzun süre bu düzen içinde mutlu ve huzurlu hissettim. Ancak bir süre sonra kalbime ağır gelen bir imtihan sürecinden geçtim. Daha önce hiç tatmadığım duygularla, beklemediğim zorluklarla karşılaştım. Yeni ve huzurlu bir döneme adım atmak isterken, içimde korkular vardı. Bir yandan hayatımda güzellikler filizlenirken diğer yandan karşıma çıkan zorluklarda boğuluyordum. Doğruyu yanlıştan ayırt edemediğim birçok ânım oluyordu. Duygular birbirine karışmış, sesler ise çoğalmıştı: dışarıdan gelenler, içimde yankılananlar. Öyle ki bir süre sonra kendi iç sesimi bile duyamaz hale geldim.
Sonraları karşıma çıkan bir örnek beni derinden sarstı: “Bir vapura bindiğinde kaptanı tanımazsın ama seni A noktasından B noktasına götüreceğine güvenirsin. Peki insan hayat yolculuğunda, hayatının kaptanı olan Allah’a neden yeterince güvenmiyor?” Bu soru, teslimiyetimdeki eksikliği yüzüme vurdu. Oysa Rabbine gerçekten güvenen insan, yolculuğunu huzurla sürdürür. Çünkü Allah’a teslimiyet, kalbi rahatlatır ve zorluklara dayanma gücü verir. Ama ben maalesef biraz sabırsızdım. Allah’a yöneliyordum ama her şeyin hemen çözülmesini bekliyordum. Olmayınca daha da yoruluyordum. Kendimi anlatmaya çalıştıkça anlaşılmadığımı hissettim. Öz güvenim kırıldı, içten içe tükendim. Çevrem hâlâ güçlü Yasemin’i görmek istiyor, yaşadığım çöküşe anlam veremiyor, kendi doğrularını bana dayatmaya çalışıyordu. Zamanla fark ettim ki Rabbim bana sabrı öğretiyordu. “Hayatının alt üst olmasına üzülme; nereden biliyorsun altının üstünden daha güzel olmayacağını?” sözü bana teselli oldu. Evet, hayatım alt üst olmuştu ama belki de bu, yeni güzelliklerin başlangıcıydı. İçten içe yaşadığım her şeyin hayra vesile olacağına inanıyordum.
Tam da bu sancılı dönemde Rabbime yaklaşma isteğim güçlendi. Bir gün içimde büyük bir kararlılıkla “Tesettüre gireceğim.” dedim. O an, yıllardır aradığım cesaret bana nasip olmuştu. Tesettürle hem Rabbime yaklaşmak hem de zihnimi susturup kendi iç sesimi artık tamamen duymak istedim. Kararımda geç kalmışlık duygusu da etkiliydi. Geriye alınamayan zaman, söylenmemiş sözler, ertelenmiş ameller… Hepsi bana hayatı ertelemenin büyük bir kayıp olduğunu hatırlatıyordu. Çünkü ebedi hayata vardığımızda, yapılmamış ameller için çok geç olabilirdi. Bugün anlıyorum ki hayat yolunda hepimiz tökezleriz. Ama önemli olan, kendimize ve âleme hoş gözle bakıp düştüğümüz yerden daha güçlü kalkıp yola devam edebilmektir. Ben tesettürle güçlendim, ayağa kalktım ve yoluma yeniden koyuldum.
Aileme kararımı açıkladığımda önce şaşırdılar. “Başörtüsü takmasan da sen zaten dini vecibelerini yerine getiriyorsun.” diyerek endişelerini dile getirenler oldu. Ayrıca “İş yerin sorun yapmaz mı?” diye kaygılandılar. Ama ben artık her şeyi göze almıştım. İnsanların benden ne istediğini değil, Allah’ın benden ne istediğini düşünüyordum. Temmuz ayının başlarında müdürüme kararımı açıkladım. Çok şükür saygıyla karşıladı. Şirkete ne zaman tesettürle gelmek istediğimi sordu. Ben de ekim ayında, uzunca bir tatilden dönüşümde planladığımı söyledim. Tatil esnasında tesettüre alışmış vaziyette ise başlamanın mantıklı olacağını düşünüyordum. Fakat günler geçtikçe içime vesvese düştü. Büyük bir sorumluluk alacaktım. “Ya bu sorumluluğu alamazsam? Ya yapamazsam?”. Bu düşüncelerle sosyal medyaya yöneldim. Tesettürlü olup sonradan açılanların hikâyelerini izledim. Çoğu küçük yaşta aile baskısıyla kapanmıştı. Kendi iradesiyle tesettüre girenlerin hikâyeleri ise çok azdı. Neyse ki Bi’tanıdık platformu iyi ki var! Sayesinde farklı kişilerin tesettürle buluşma hikâyelerini dinledim. Bu vesile ile vesveselerim biraz hafifledi. Asıl kurtuluşum ise ertelemekten vazgeçmek oldu. Cesaretim ve isteğim bu kadar güçlü iken, “Ekim’den itibaren başlarım.” demek bana anlamsız geldi. Çünkü hayatın birçok anında olduğu gibi vesveseler bir şeyleri erteledikçe büyüyordu. Böylece kararımı öne çektim ve ağustos ayından itibaren tesettürlü olarak ise başladım. İşte o gün hayatımda yeni bir dönem açıldı. Boşuna dememişler: Hayatta hesapta olan değil, nasipte olan yaşanır:)
Hayat her zaman insanın planladığı gibi ilerlemiyor. Ama her şeyde bir hayır var, yeter ki görebilelim. Rabbim bana acı veren olayların sonunda şifa olacak tesettürü nasip etti. Tesettürlü hayatımın ilk günlerinde biraz tedirgindim ama bu kısa sürdü. Başımı her örttüğümde bunun Allah’ın bir emri olduğunu hatırlıyor, düşüncelerimi içime saklayarak kafamdaki yabancı sesleri susturabiliyordum – Elhamdülillah. Yıllardır iki kültür arasında sıkışmıştım. Bir yanım yabancı kimliğim, diğer yanım Müslüman kimliğimdi. Başörtüsüz olduğumda insanlar Müslüman olduğumu anlamıyor, beni olduğumdan farklı algılıyorlardı. Bu da üzerimde ağır bir yük oluşturduğunu tesettüre girdikten sonra fark ettim. Tesettür ile içim dışıma yansıyordu. Artık kim olduğum görünür hale geldi ve ben kendimi resmen kendim gibi hissetmeye başlamıştım. Tesettürlü olduğum şu son bir sene bana öyle huzur verdi ki, kaybettiğim öz güvenimi geri kazandırdı. Dahası, sandığımın aksine hayatımı kolaylaştırdı. Mesela gittiğim yerlerde yabancıların helal yiyecek sunması veya tokalaşmak istemediğimde mesafeyi kendiliklerinden korumaları bana büyük bir rahatlık sağladı. Tesettür bana sadece kimliğimi değil, aynı zamanda şifayı da getirdi. Başımı örttüğümde içimdeki gürültü sustu, kalbimin sesi açığa çıktı. Bir sözde denildiği gibi: “İçine dönmek, odanın penceresini kapatmak gibidir. Dışarıdan gelen gürültü kesilince, manevi olanın kapıları açılır. Sessizlik asıl sesleri davet eder.” İşte tesettür bana tam da bunu yaşattı. Ve yaşatmaya devam ediyor. Elhamdülillah alâ külli hâl…
Rabbim hepimizin hayatına hayırlı dönemeçler ve huzurlu yolculuklar nasip etsin. İçinizdeki ışığı bulup kaybetmemeniz duâsıyla..
Yasemin E.
Yorum yok! İlk sen ol.