1988 Sakarya’sında muhafazakar olmayan ama Müslüman olan bir aileye doğdum ben. Dini vecibelerimizi çoğu zaman yerine getirmiyor ya da eksik yapıyor, kitabımızda ne yazıyor ya da ne yazmıyor detayı ile bilmiyorduk. Çünkü ezber usulü, atadan miras Müslümanlıktı bizimkisi. Ama güzel ahlaklı olmak çok önemliydi, hayat mottomuz her zaman “Başkası bilmese Allah bilir”idi. Yaşayan, varlık gösteren her duruma ve her şeye saygı da duymalıydık. Aynı zamanda, hiçbir şey olamasak da her zaman iyi insan olmalıydık. Hayatımın büyük bölümü Sakarya’da, üniversite hayatım dolayısıyla ise önemli bir kısmı da Eskişehir’de geçti. Güzel bir çocukluk geçirdim, ergenlikten yetişkinliğe geçerken annemi kaybettim. Üniversite bitti Sakarya’ya döndüm, artık resmi olarak yetişkindim ve profesyonel hayat başlamıştı. Mesleğim gereği işim zordu. İdealisttim ve zor olan cazipti o dönemde. Yalan yok egom tavan, havam bin beş yüzdü. Sonuçta üretimde kariyer yapan kaç kadın makine mühendisi vardı ki? İslam kültürüne uzak değildim belki ama yakın da değildim. İş hayatına başladığım ilk firmada sekreter bi kadın arkadaş vardı, dini bütün derler bizim orada. Onunla yaptığımız kısa sohbetlerde içime bazı şeylerin tohumları atılmıştı biliyordum. Evlilik hazırlığı yapmaya başladığım döneme kadar sorguladığım, meraklandığım, namaz kılmaya başladığım ve istikrarla olmasa da kılmak için çabaladığım kısacık bir dönem var ama devamı olmadı. Zira Sakarya’ da bazı firmalarda o dönemde tesettürlü kadın çalışan çok kabul gören bir durum değildi. Namaz kılmak için özellikle mescit falan bulamazdınız, sosyal ve profesyonel olarak tepki çekmemek için çoğunlukla gizli gizli kılardınız namazınızı. “Şükür, maşallah” gibi kelimeleri kullanmamak için özen gösterirdiniz hatta yanınızda islamafobik espriler döner ve siz sessiz kalır çoğu zaman gülerdiniz. Olmamanız gereken ortamlarda olur, siz alkol kullanmasanız bile alkol masasına oturur, içilen alkolün parasına ortak olurdunuz. Sizi dış görünüşünüz ve sessizliğinizden dolayı deist ve hatta ateist bile sananlar olurdu. Olsun yeter ki en laik, en medeni ben olayım. Yansıttığım imajımı bozmayayım, işimden de olmayayım, dışlanmayayım diye diye asimile olur, kuyunun dibini de mutsuzluğun dibini de görürdünüz de yine de anlamazdınız; içinde bulunduğunuz fıtratınıza ters her şeyin bu çöküşe, bu mutsuzluğa neden olduğunu. Bir başkası değil ben yaşadım bunları.
Sonra bir gün, madde aleminde her şeyim varken neden hala mutsuz olduğumu düşünmeye, sorgulamaya başladığımda cevaplar yavaş yavaş belirmeye başlamıştı kalbimde. Yanlıştı, yaşadığım hayat başından sonuna her haliyle yanlıştı. Var olduğum grubun içinde
saygı duyulan ve sevilen olmak, kariyerimde düzgün şekilde ilerleyebilmek, sosyal statü edinebilmek için vazgeçtiklerim veya yapamadıklarım o kadar çoktu ki. Düzelmeye ve kendim için, eşim için daha değerli şeyler yapmaya çalışmalıydım, önce dünyamı sonra kendimi değiştirmeliydim. Allah yardım etti çok sevdiğim, çok değerli insanlarla
karşılaştım, yakınlık kurdum eşim vesilesiyle ve ufak ufak sohbetlere katılmaya başladım o dostlarla. Normal başlayan kadın oturmalarımız sohbet ve dua ile son bulurken bende kaybettiğim huzurumu bulmaya başlamıştım. Artık her şey tam olmamıştı belki ama kötü de değildi, kaybettiğim parçaları yavaş yavaş buluyor ve birleştiriyordum. İşi bırakmayı, hayatımın gidişatını değiştirmeyi düşünüyordum.
Eşimle bir çocuğumuz olsun istiyorduk ve bir Tip-1 diyabetli olarak hayatımızı düzene sokmaya çalışıyor, yeme içme çalışma gibi düzenleri yeniden oluşturuyorduk. Derken daha kan değerlerim olması gereken değerlerde değilken bebek beklediğimizi öğrendik ve ilk işaret buydu bana göre. Çünkü mükemmeli hedeflemiştik kan değerlerim, zamanlama vb. için. Ama tek mükemmelin Allah olduğunu unutmuştuk. Oğluma hamileliğimi öğrenir öğrenmez işi bıraktım çünkü süreci sakin ve en önemlisi sağlıklı, huzurlu geçirmek istiyordum. Ben işi bıraktıktan 2 ay sonra pandemi patladı, diyabetim dolayısıyla zaten ilk 3 ay kan değerlerim kabus gibiydi derken pandemi süreci daha can sıkıcı hale sokmuştu ki bazı gelişmeler oldu. Riskli gebelik grubunda olduğum için özel bir bölümde takip ediliyordum ve her muayeneye gittiğimde karşılaştığım diğer riskli gebelik yaşayan anne adaylarını gördükçe halime şükretmeyi öğrendim. Dua kaderi değiştirir diye fısıldadı anne adaylarından biri muayene sırası beklerken ve dedim Melis dua et, çünkü sadece Allah var. Sana yardım edebilecek bir tek Allah var. Gel zaman git zaman kimseyle görüşemediğim, eşim dışında kimsenin yanımda olamadığı bir dönem geçirdim evimde, sessiz sedasız. Hep dua ettim, okudum, izledim, öğrenmeye daha önemlisi anlamaya çalıştım. Namaza başladım çünkü bir tek Allah vardı ve bana sadece o yardım edebilirdi. İyice kıvama gelmiştim, oğlumun karnımda her kıpırdayışı, sesime her tepki verişi, bedenimdeki oluşum, değişim hepsi mucizeydi ve hepsi bedenimde benim bire bir şahitliğimde gerçekleşiyordu. Nihayet evladım sağlıkla doğdu, huzurla kavuştuk ve evrildi dünyam, bildiğim her şey değişti. Mucizenin ta kendisiydi ve ellerimin arasındaydı. Yaşadığım en tarifsiz duyguydu. Öyle ki gece gündüz onu uyurken, onu emzirirken gördüğüm her an gözlerim doluyor, öylece ağlıyordum, kalbim sadece kan pompalamıyordu artık biliyordum. Yaşadığım bu duyguyu bana nasip eden Rabbim bana bu duyguyu nasip etmişti ya ben daha ne isterdim. Hele ki O’nun bizi bir anne merhametiyle dahi kıyaslanamayacak kadar çok ama çok sevdiğini düşününce yaşadığım o minnet duygusunu da asla tarif edemem ve ben bana bunca nimeti sunan, karşılığında sadece benden sevgi bekleyen Rabbimin bu sonsuz sevgisini nasıl karşılıksız bırakabilirim diye düşündüm hem de çok düşündüm. Minnet duygumu, teşekkürümü sunmakla ilgili samimiyetimi gösterebilmek için bir şey yapmalıyım diye düşündüm ve biliyordum ki nefsime en ağır gelecek olan şey tesettürdü. Yanlış anlaşılmasın başörtüsü demiyorum, tesettür diyorum çünkü tesettürün yalnızca bir örtü olmadığını bir yaşam şekli olduğunu biliyorum. O zaman da biliyordum ve tamamdı kararımı almıştım, ötesi yoktu her şeyi Allah için yapacaktım çünkü artık başka hiçbir şeyin önemi yoktu ve ben o eşiği atladım, elhamdülillah.
Yaklaşık 4 yıl oldu ve ben aldığım karardan dolayı hiç bir zaman pişman olmadım, aksine tamamlanmış hissettim. Eksik tüm parçalar sadece bulunmamış, bir araya da gelmişti çok şükür. Sosyal hayatımda sevinenler ama aynı zamanda yadırgayanlar da oldu, gördüğünde “Sen ne yaptın kendine böyle? Hiç olmamış yazık.” diyen bilmem kaçıncı derece akrabalar da. Artık baktığımda gördüklerim, gördükleri de önemsediklerim değişti. Benden vazgeçmediği için yaşadığım minnet duygumsa hala kalbimde. Benden yeni bir ben çıktı, farkındalık kapısı açılmadı belki ama aralandı, sessizleştim, sadeleştim, azalttım ve çoğaldım. Aşırıya kaçmıyor her şeyi dengelemeye, dengeye gelmeye çalışıyorum. Kaybettiğimi sandıklarımın arkasından yas tutmuyor sadece el sallıyorum. Çünkü biliyorum “Neyi feda edersen o sana ihsan edilir, neye kıyamazsan onunla sınanırsın”. Ben “ben” oldum, eskisinden daha özgüvenli, daha rahat, daha teslimiyetçi, daha korkusuz, daha güvenli, daha mutlu…
…
Uzunca yazdığım hikayem inşallah can sıkmaz, bir solukta okunur ve dilerim birilerine ilham olur veya cesaret verir. Dilerim asıl var olanın yalnızca Allah olduğu hatırlanır.
Sevgilerle,
Melis Pınar Kıraç
Yorum yok! İlk sen ol.